Veysel’in annesi ve babası seferberlik nedeniyle “biz ölürsek Veysel’e ne olacak” düşüncesiyle onu Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken ölüyor… Veysel’in kederi bununla bitmezken, talihsizlikler peşini bırakmıyor, 24 Şubat 1921’de annesi, daha sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bahçeyle işleriyle ilgilenen Veysel gibi köye gelen birçok âşık, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Kardeşi Ali’nin bir çocuğu daha olunca çocuklara ve işlerle ilgilenmesi için bir hizmetli tutuyorlar. Bu hizmetli ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olup, o hasta yatağında yatarken ilk eşi Esma’yı kandırarak kaçırıyor. Veysel’i bir acı daha sarıp sarmalıyor bu sebeple, altı aylık küçük kızını iki yıl kucağında gezdirip gözünden sakınıyor fakat o da bu hayatla başa çıkamayıp, hayata gözlerini yumuyor…
Buralarda bu kadar acıyla kalamayıp, 1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde biri, Veysel’i ilk seyahatinden vazgeçiriyor.
Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Veysel’i Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyor. Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor, Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bundan bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.
1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar. Ahmet Kutsi Tecer, Veysel’in hayatında bir dönüm noktası haline geliyor, yeni başlangıçlara sebep oluyor.
1933’e kadar usta ozanlarından, şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde Ahmet Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk üzerine şiir yazıyorlar. Veysel’in çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası..” dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin yazılışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkmasına neden oluyor.
O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in şiirini çok beğeniyor, Ankara’ya göndermek istiyor. Veysel kendisinin gidebileceğini söyleyerek arkadaşı İbrahim’le yola düşüyor. Karakışta yalınayak yola çıkan Veysel ve İbrahim, üç ay sonra Ankara’ya varıyor. Ankara’da misafirperver tanıdıkların evlerinde 45 gün kalıyor. Şiirini Atatürk’e okutmak amacıyla geldiğini söylesede amacına ulaşamıyor. Eşi Gülizar: “Ata’ya gidemediğine bir,askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur…” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde şiiri gazeteye veriliyor. Şiiri gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor, bütün yurdu gezmeye, gezdiği yerlerde çalıp söylemeye başlıyor, çok seviliyor ve saygı görüyor.
Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla,nsaz öğretmenliği yapıyor. Öğretmenlik yaptığı okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışıyor, şiirini oldukça geliştiriyor. 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Âşık Veysel’e, anadile ve milli birliğe yaptığı hizmetlerden ötürü 500 lira aylık bağlıyor, 21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumuyor.