Gündelik hayatta başımıza gelen iyi ya da kötü, mutlu ya da mutsuz olayları kağıda dökerek günce yazmak, hayal dünyamızın tasarladığı kahramanları konuşturarak ya da bir durumunu tasvir ederek öykü yazmak, sosyopolitik ya da sosyokültürel bir durum veya olay karşısında duygu ve düşüncelerimizi dile getiren deneme yazmak, dile getiremediğimiz cümleleri ve hislerimizi anlatan şiir yazmak. İnsanlara yazma hissiyatı nasıl ve nereden gelir? Bu soru beni uzun bir vakit düşündürdü ve cevabımı bir sonbahar gecesi, okumakta olduğum kitapta buldum. Haraki Murakami, 1949’da Japonya’nın en büyük kenti olan Kobe’de dünyaya gelmiştir. Tüm yazarların ve şairlerin aksine farklı bir yöntem ile kalem ve kağıda sarılmıştır. Kendisine yazma hissiyatını veren şeyin koşmak olduğunu dile getirmiştir. Ayakları hızlı bir şekilde hareket ettikçe, beyni sürekli düşündüğü şeylerin aksine daha farklı ve daha yaratıcı şeyler düşündüğünü söylemiştir. “Koşmasaydım Yazamazdım” adlı yapıtında nasıl yazdığını, neden koştuğunu, ne kadar süre koşarak yazdığını çok sade bir üslupla yazmıştır. İlk başlarda bu duruma kendisi de inanmamıştır ama aylar geçse bile düzenli olarak koştuğu için düzenli olarak düşünmüştür ve en sonunda yazmaya karar vermiştir.
“ İçinizden bir mantrayı sürekli olarak tekrarlamadığınız sürece başarabilmeniz mümkün değildir.”
Aslında çok açık bir şekilde ifade ediyor bu cümle Haraki Murakami’nin nasıl yazmaya başladığını. Yıllar boyunca tam maraton koşan atletlerin hayranı olmuştur kendisi. Onların bu başarısında ki sırrı hep merak etmiştir. Koşu hayatına da bu şekilde başlamıştır zaten. Kendisi de koşmaya heves etmiştir. Koşabilmek için en sakin ve havası en güzel olan kenti tercih etmesinin sebebi de budur. 5 Ağustos 2005 yılında Hawaii’de Kavai Adası’nın kuzey kıyılarına göç etmiştir. İlk olarak burada yazmaya başlamıştır. Düzenli olarak her sabah koşmaktadır lakin her koştuğunda gündelik hayatta düşündüklerinden farklı olarak daha felsefi ve edebi şeyler düşünmeye başladığını dile getirmiştir. Koşudan geldiği vakit hemen masanın üstündeki kağıt ve kaleme sarılmıştır. Ve neden yazdığını şu cümle ile dile getirmiştir ;
“2005 yılının yazından itibaren müsvedde halinde aklıma estikçe yazmaya başladım, 2006’nın sonbaharında tamamladım”
Her sabah bir önceki günün üstüne katarak daha fazla mesafe kat etmiştir. Her gün daha fazla yazmıştır. Yazılarında ve kitaplarında hep emin karakterli oluşundan bahsetmiştir. Bir yazar düşünün koşamadığı zaman iki kelimeyi yan yana getirip bir cümle dahi üretemiyor. Neden acaba? Her akşam bir sonra ki sabah için hazırlık yapmaktadır. Saatlerce kitap okuduğunu, yarın ne üzerine düşüneceğini bir önceki akşam kafasında tasarlamaktadır. Her gün düzenli koştuğu için, her gün düzenli bir yazı hayatı vardı. Yazma sanatını bambaşka bir boyutta taşıyan Haraki Murakami, 21.yüzyıl çağdaş edebiyatında popülariter bir yazar konuma sahiptir. Kitapları birçok lisana cevirisi yapılmıştır ve halen yapılmaktadır. Eserleri felsefi yönden insanlarda varoluşsal yaşamın sorgusunu gıdıklamaktadır. Kendi hayatından ve yazı hayatından, biz okurlara kesitler sunmaktadır. Ve kendi hayatından bize söylediği en sık şey düzenli bir yazı hayatının olduğudur. Yazma sanatın da düzenli bir grafik yakalamanın verilecek yapıt üzerinde mutlak bir tesire sahip olduğunu dile getiren bir başka kalem ustası ise Amerikalı romancı Ernest Hemingway’dır. Düzenli çalışma hayatını şu cümleler ile bize öğütlemiştir;
“Sürdürebilmek, ritmi kesmemektir. Uzun soluklu çalışmalar için bu çok önemlidir. Ritim bir kez belirlendikten sonra gerisi bir şekilde hallolur. Fakat çark belirli bir hızda dönmeye başlayana kadar, sürdürebilirlik üzerine iyice kafa yormak gerek.”
Haraki Murakami 1982 yılının sonbaharında koşmaya başlamıştır fakat 2005 yıllarında kağıt ve kaleme sarılmıştır. Aradaki yıllar içerisinde koşudan geldiğinde yazdıkları parça parça yazıları vardır.23 yıla yakın bir süre koşmuştur. Neredeyse her gün “jogging” yapmıştır. Her yıl en az bir kere tam maraton koşmuştur. Yani hesaplarsak 23 kez tam maraton koşmuştur. Yazarlık hayatında hep aynı doğrultuda ilerlemiştir. Yazma işlevini her gün düzenli olarak tekrarlamıştır. Kısa öyküler, yazma sanatı üzerine denemeler, felsefi açıdan kaleme aldığı romanlar yazmıştır. Hiçbir zaman alelade bir eser vermemiştir. Hep daha iyisini yapabilirim diyerek yazmaya gayret etmiştir. İlhamının kaçtığı yerde zihnini zorlamamış ki, vereceği eserlerin gidiş çizgisi zikzaklı olmasın. Yarıda bırakmıştır hep ve bir sonra ki sabahı beklemiştir. Bu sayede en üst düzeyde bir sanatçı kimliğine sahip olmuştur. Kendi edebi çizgisini, kendi dile getirmiştir. Şu cümleler onun ne kadar kaliteli bir sanatçı ruhuna sahip olduğunu ortaya koymaktadır;
“ Aynı şeyleri, yaptığım iş içinde söyleyebilirim. Yazarlık gibi bir meslekte –en azından benim için geçerli olduğunu dile getirebilirim- yenmek ya da yenilmek yoktur. Satış rakamları, edebiyat ödülleri, gelen eleştirilerin iyiliği ya da kötülüğü bir ölçüt olabilir, ama temel sorun olduğunu söyleyemem. Yazdıklarımın kendi belirlediğim ölçütlere ulaşıp ulaşmadığı her şeyden önemlidir ve bunu bozacak bir bahane de kolayca üretilmez. Başkalarına karşı birçok açıklama getirebilirim. Fakat kendimi kandıramam. Temelde, yaratan kişi dürtülerini kendi doğasından gelecek şekilde içinde taşır ve kendi dışında bir kalıp ya da ölçüt aramamalıdır.
Haraki Murakami’nin yaşı ilerledikçe daha olgun eserler vermiştir. Sözgelimi şunu söylemek gerekirse Dostoyevski 60 yıllık yaşamının son yıllarında Ecinniler ve Karamazov Kardeşler gibi, taşıdıkları anlamlar açısından en önemli yapıtlarını kaleme almıştır. Domanico Scarlaatti ise yaşamı boyunca klavyeli çalgılara yönelik 555 sonat çıkartmışsa da, bunların büyük kısmını 57-62 yaşları arasında yazmıştır. Haraki Murakami ise roman yazma hissiyatını ilerleyen yaşlarda edinmiştir. Kendisine koşmanın ilham verdiğini anlamış ve ilham perisinin gitmemesi için koşmuştur. Roman yazma sanatını bambaşka bir boyutta gerçekleşmiştir. Düşündüklerini, içinden gelenleri, neler hissettiğini ve nasıl yazdığını anlatmıştır. Ve son olarak da yazmıştır.
Yazmak; düşündüklerimizi ve bildiklerimizi diğer insanlar ile paylaşmak, duygularımızı ve hislerimizi yazılı olarak ifade etmektir. Çoğu zaman bir aktivite, çoğu zaman bir sanat, çoğu zaman bir meslektir yazma sanatı. Yazma sanatının en önemli püf noktası kitap okumaktır. Nasıl ki bir bitki fotosentez yapabilmesi için güneş enerjisine ve karbondioksite ihtiyacı vardır, bir yazarın da yazabilmesi için kitaplara, kelimelere ve bilgilere ihtiyacı vardır. Post-modern edebiyat dünyasında tutunabilmek isteyen sanatçı her şeyden önce çok okuması gerekmektedir. Çünkü; herkesin baktığı masmavi gökyüzünü sanatçılar bambaşka bir pencereden bakması gerekir. Hayalperest dünyalarımızı kelimeler ile geliştirmemiz gerekir. Şu bir gerçektir ki hayal dünyalarına kitaplardaki çiçeklerden ekmeyen bir öykücü, barışı ve sükuneti sık sık tekrarlamayan bir tarihi romancı, ve iyi şeyleri dile getirmeyen bir sanatçı ancak savaş alanındaki bombardıman uçaklarının yere bıraktığı güdümlü bombalar gibi felaket bir şehre benzeyen bir edebi eser meydana getirir. Bir kalem ustasının en iyi sermayesi kitaplardır.