neyin yasını tuttuğumu bilmeden boynumu eğip şiirlere taşıdım yaşlarımı. çok erken yaşta eğilip, omurgama şekil verdim ve kurumuş çiçeklerle süsledim.
çok koştum, çok kaçtım, çok durakladım. hiçbir yere sığamadım. kendimi hiçbir yere ait hissetmedim ve hep şiirlerde ıslandım.
dilimin ucundaki keskin kelimeler dudaklarımın arasından çıkıp yıkmasın diye birilerinin evlerini, yazmaya başladım.
zamanla her şeyin geçeceğini inandırdım kendimi ama inancım beni derinden sarstı, götürdü birçok şeyi. denizleri, balıkları, dalgaları ve kayaları. ama şiirleri getirdi. alfabeme sığmayacak acıları, şiirlere döktüm. üstüm ıslandı. tepeden tırnağa, saç diplerime kadar, acıya boyandım. ama bu renk bana her şeyden çok yakıştı. hüzne boyanmış kalın dudaklarıma yakışır sürdüm rujumu, gül kurusuydu. sonra aylar geçti, insanlar, yağmurlar, karlar ve dolular. hiçbirine çarpmadan, değmeden saçım, dokunmadan ellerine, usulca, sessizce ben de geçtim. üstelik hiçbiri sevemedi bu halimi, kasvetim çekti her birini. fırtınama bir yenisini ekledim. cehenneme dönüştü içim, cehennem yarattım, düşürdüm, kaydırdım her birini. bir hatada, tek hatada bir çizik attım hepsinin üstlerine, boyladılar cehennemi. yaktım hepsini. cehennemde en çok cehennem yanarmış, bunu da öğrendim…
küçüktüm, ağlardım. büyüdüm, her sıkıntıda kaleme uzandı elim. şimdi buradayım, yazıklarımı ve yazdıklarımı kuşanıp kalemi sıkıca kavrıyorum soğuk parmak uçlarımla.
dağılan mürekkeplerde boğulmamak için yüzmeyi beraber öğrenelim mi.*