Hayatım boyunca dönemsel olarak bazı kavramlar üstünde çokça eğildiğimi o döneme vurgu yaptığını fark ediyorum. Şu zamanlarda ise bu kavram iletişim. İletişimin var oluşu ve önemi beni somut dünyadan soyut dünyaya taşıyan bir köprü niteliğinde, bu sıralarda.
İletişim dediğimizde aklımızda canlanan başlıca parçalardan birisi konuşmak, halbuki iletişim becerilerinden sadece bir tanesi. Yüzyıllar boyu en basit halimizden beri süre gelen bir yeteneğimiz iletişim kurmak. Ne kadar üstünde ilerlesek de önemini eskisi kadar fark edemediğimizi düşünüyorum. Bunun sebebi de bir iletişim döngüsünün içinde tersine bir süreçten kaynaklanıyor. İletişimi hep ikinci planda bırakıyoruz. Halbuki ne olursa olsun varlığı ortaya döken onun var olması için iletişim kurmaya başlaması gerekiyor.
Henüz dünyaya daha gelmeden iletişim kurmaya başlıyoruz. Annelerimizin karınlarını tekmeliyoruz. En küçük çevremizle ne kadar çabuk iletişim kurduğumuza bakın. Bu andan sonra dünyaya veda edene kadar bu iletişimi asla bitirmiyoruz. Kimimiz ötesinde de bu bağları yaşatmaya devam edebiliyor.
İletişim aslında tam anlamıyla hepimizin gelişigüzel gerçekleştirdiği bir bağ. Oysaki iletişim çok çeşitli kavramlara bağlı olarak meydana geliyor. İletişimimizi asla tek bir şeye bağlı olarak gerçekleştiremiyoruz.
Yakından inceleyelim, iletişim dediğimiz bağın bir gönderici bir alıcıya ihtiyacı var. Ancak kimi zaman alıcı ve gönderici bir olabiliyor. Örneğin kurduğumuz hayaller veya içimizde bizle konuşmaya çalışan değerlendiren kavram.
Biz genellikle iletişimi karşımızdaki diğer varlığa bir şey aktarmak olarak görsek de iletişim sonucunda karşımızdaki ne olursa olsun, iletişim yansıyıp tekrar bize uğruyor. Küçük yaşlarda bize söyledikleri gibi kötü söz sahibine aittir. Sadece kötü söz değil, iletişimi oluştururken kurduğumuz düşünceler ve duygular bize karşı taraftan değişerek veya değişmeyerek tekrar bize uğruyor ve etkileniyoruz.
İletişim hattımızı sadece iki kavram arasında kurmamıza rağmen (gönderici-alıcı) bu iki kavramdan daha fazlasının dahil olduğu birçok iletişim bağları kuruyoruz. Bu iletişimler neticesinde çeşitli sonuçlar ortaya çıkıyor: felaketler meydana geliyor, savaşlar, yaralanmalar, psikolojik etkiler saymakla bitiremeyiz. Bunun yanında iyi saydığımız olaylar da yaşanabiliyor, dünyanın en mutlu insanı hissettiğimiz anlar, heyecanlandığımız olaylar, barış…
En başa dönecek olursak, iletişim aslında karşımızdakinin canlı olmasına ihtiyaç duymadan oluşturabiliyoruz. En sevdiğiniz kıyafetin veya küçükken yanınızda taşıdığınız bir oyuncağın kendiniz üzerindeki etkilerini hatırlayabilirsiniz. Bu iletişime kimi zaman insanlar dışında da canlılar uğruyor, masada bir anda ortaya çıkan bir böcek ayaklarınızı yerden kesebiliyor.
Şu anda oluşturduğumuz iletişim bağları bizi iki kavramın ilişkisine indirgese de hepimiz farkında değiliz ki bu iletişim bizim geçmiş yaşantımıza yani zamana da çok bağlı. Geçmişimizde kurduğumuz herhangi bir etkileşim (geçmişte yaşadığımız bir iletişim) bizim şimdi kurmaya çalıştığımız bu bağı farkında olmadan bir hayli etkiliyor. Zamandan bahsettikten sonra yerden bahsetmemek olanaksız. Göndericinin ve alıcıdan bahsettiğimiz bu iletişime bağlamı katmadan bahsetmek bu yüzden yanlış olacaktır.
İletişimin en kötü kısmı da anladığımız kısmı değil mi? Gönderdiğiniz ve gönderici kim olursa olsun, alıcı anladığıyla kalır. Çokça söylediğimiz ‘Anlattım’, halbuki sadece ‘Anladıkları’ kadardır.
İletişimi biraz daha öne çıkarın ve ona dikkat edin. ‘Anlattıklarınızın’ ve ‘Anladıklarının’ ötesine geçeceksiniz. En iyi iletişimin anahtarı olsaydı, sanırım yok olurduk; iyi dinleyiciden(alıcı) başladığıysa aşikar.
Gözlerinizi kapatın, orada hissettiğiniz ışık parçacıklarından ve sıcaklıktan biriyim. Hakkımda daha fazlasına buradan ulaşabilirsiniz: mehmetsamituran.wordpress.com
[…] Anlattıklarınızın ve Anladıklarının — Geceyim […]