Zamanın çok çok öncesine gidip Uygurlar ile su kanalları inşaatına girişmiştik. Hangi zamandan geldiğime dair bir bilgileri yoktu ki benim de amacım inşaatla uğraşmak değildi. İşçiler Hükümdarın emriyle su kanalları inşa edip yerleşik hayatın tadını çıkarma dönemindeydiler. O zamanlar Manihaizm ve Budizm etkisinde kalıp daha çok tarım, hayvancılık ve inşaat sektörüne giriştiler.
Dönemin Hükümdarının oğlu işçileri kontrol etmekle görevliymiş. İşçiler tarafından sevilir ama çok da anlaşılmazmış. Hep bir derdi var zannederlermiş. Sürekli çiçekleri koklar, su kanallarına bakıp derin iç çekermiş Kimi ona meczup kimi hasta kimi de zehir gibi olduğunu söylerdi.
Kopuz, Uygurların ulusal çalgısıydı. Şenlikler sırasında kopuz çalarlar, ata binerek yarışırlar ve ok atarlardı. Bir gün kopuzlar eşliğinde yine şenlik düzenlenirken Şehzade Tigin su kanallarının oraya gidip Tanrıya açmış kendini;
‘’Bilegüsüz yiti vaj[ır ti]yür Bilenmeden keskin (olan) elmas(tır) derler;
Vajırda ötvi biligligim tözünüm yarukum Elmastan daha keskin bilgilim, asilim, ışığım,
Kün tengri yarukın teg köküzlügüm bilgem Gün Tanrı ışığı gibi göğüslüm bilgem,
Körtle tözün tengrim külügüm küzünçüm Güzel (ve) asil Tanrım, ünlüm, koruyanım!’’
Onu gören işçiler ne yaptığını anlamamışlar. Sürekli su kanallarının orda ne gezer durur bilmezler. Bir gün merak edip Şehzadenin yanına gittim. Ne de olsa istediğim her yerde olabilirdim. Bu benim hikayem.
Şehzade su kanallarının yanında durup, gözünü bir yere dikmiş ve derin derin iç çekiyordu. Yanına biraz daha yaklaşıp baktığı yere dönüp onun gibi bakmaya başladım. İlerde köylü bir genç hanım ve yanında koyunu vardı.
‘’Uzaktan bakmak; görmek midir, bakmak mıdır hilal?’’
Beni ne zaman fark ettiğini bile anlamadım. Kendimi toplayıp;
‘’Bakmak şahitliği, görmek ise derinliği ifade eder. Mevlâna ‘Senin baktığına herkes bakıyor; ama ya görebildiğini herkes görebiliyor mu?’ demiş Şehzade Tigin’’
Şehzade Tigin bir anda bana dönüp;
‘‘Mevlâna kim bilmiyorum ama çok güzel demiş’’ dedi. Hava kararmaya başlamıştı. Hala oraya bakıyordu ama kimse yoktu.
‘’kasınçığımın öyü kadgurar men Yavuklumu düşünüp dertleniyorum.
Kadgurdukça dertlendikçe
kaşı körtlem kaşı güzelim
kavışıgsayur men kavuşmayı özlüyorum
öz amrakımın öyür men Kendi sevgilimi düşünürüm ben
öyü evirür men ödü/…/ çün düşünürüm düşünürüm de… [mısra kopuk!]
öz amrakımın kendi sevgilimi
öpügseyür men öpmek isterim ben
barayın tiser Kaçıp gitsem
baç amrakım güzel sevgilim
baru yime umaz men gene de gidemem ki ben
bağırsakım merhametlim!
kireyin tiser Sokulayım desem (sana)
kiçigkiyem yavrucuğum
kirü yime urnaz men gene de sokulamam ki ben
kin yıpar yıdlıgım misk gibi güzel kokulum!
yaruk tengriler Işık Tanrılar
yarlıkazunın sayesinde
yavaşım birle huyu güzelimle
yakışıpan ardılmalım birleşip ayrılmayalım
küçlüg priştiler Kudretli meleklerin
küç birzünin kudreti sayesinde
közi karam birle kara gözlümle
külüşüpen külüşügin oluralım gülüşüp oturalım.
Şehzade Tigin’in neden oraya baktığını ve neden bu halde olduğunu o zaman çözmüştüm. Şiirler yazıyor ve sevdiğine ‘konçuy’una (1) kavuşmayı bekliyordu. Şehzadeye dönüp;
‘’ben hiç görmediğim birini özler dururum.
Gözlerine bakma hayalleri kurar
Ellerini tutmayı
Ve kokusunu
Özellikle kokusunu merak eder dururum.’’ Dedim. Belimi sıvazlayıp, gökyüzünü işaret etti. Klasik ‘aynı gökyüzünün altındasınız’ diyecek diye ödüm koptu ne yalan söyleyeyim.
‘’ Bak karşında ışık Tanrısının bir tanesi duruyor. Sabah başka bir ışık Tanrısı daha var. Birbirlerini hiç görmezler ama bilmezler ki hep aynı yerde dururlar. Ya birbirlerini düşlüyorlarsa?’’
Şaşkınlıktan açılan ağzımı kapatıp, Karşımdakinin ilk Türk Şair olduğunu kendime hatırlattım. Ne bekliyordum ki?
Ayağa kalkıp yürümeye başladı. Ben de kendi zamanıma dönüp, kavuşmayı özleyeceğim.

Kahramanmaraş doğumlu, Yedi Güzel Adam sokaklarında büyümüş şair adayıyım.. 20 yaşımdayım, 40 senedir gökyüzüne ve şiire aşık gibiyim. Biraz İsmet Özel biraz da kendim gibiyim.