Ait olunmayan hikayelerden biri
Darılıyoruz, küsüyoruz, artık konuşmamak adıyla bir deftere hapsediyoruz. Günlerin devamı, bir gülümsemenin ortaya çıkardığı gizli bir beklemeyle sürüyor. Adına hayat diyoruz; bir kesit.
Her şeyin bir ismi olsun istiyoruz. Bu kez isimsiz kalmış bir hikaye anlatıyorlar bana. Sürsün istiyorum, hikayem bana bakmak taraftarı değil. Ne de olsa sarı kırmızı değilim.
Herkesin bir hikayesi olduğu söylenir. Sıradan birinin yirmi dört saat süren hikayesi bu, silinip gidecek. Bir sabah uyandıktan sonra her zaman olduğu gibi tekrar edilen klişe hareket; telefonun ekran kilidini açtı. Boş ekran. Uygulamalar açıldı, sayfa önce sağa sonra sola iki kez çekildi. Kilidi kapayıp komidine bırakılan telefondan sonra kendini bir kez daha sırt üstü bırakma isteğiyle kavga etti. Zaferi, dağınık odada eline geçen ilk çorabı ayaklarına geçirip üzerlerine vücudunu teslim etmek kazandı. Bu hikayede, bu zafer olarak sayılabilir. Ne de olsa Sait Faik yazmadı.
Kahvaltı artık sıradan, elbiseleri ütülemek de. Pantolonların ütü izleri sürekli çift. Üzerine bastığı zemin hasarlı ve pürüzlü. Yaşamın ağırlığı altında bozulan sanki sadece hayaller değilmiş gibi üzerine bastığı fayans zemin. O da öyle işte. Geçen sene patlayan su borusundan sonra bozulup mahvoldu hepsi. Ne de olsa hata yapan kendinden başkası değil.
Hazırlıklar tamam, bütün rutinler tekrar edildi. Çekip kilitleme zahmetine girmediği kapı, her sabah kendi kendine uğurlandığı işi, çevirdiği ayakkabıları… Eski düzenin yüz ekşitmeyecek hale geldiği yalnızlık kokan apartman boşluğu. Sanki hayatı gibi, kapıyı çekip çıkıyor, yine de kapanan kapıya üzülüyordu orada. Her yirmi dört saatte bir. Pazarları tatil. Cumartesi yarım gün üzülürsün, resmi tatillerde çift mesai hayal kırıklığı. Ne de olsa yalandan ölmemiş kimse.
Durağa kadar yürümek zorunda. Adımları kendi yerine başkası atıyor gibi hafif gelen vücuduna inatla, düşünmekle ağrıyan başı var bugün. Dün bir şey olmuştu. Artık hatırlamıyorum dedi kendine. Çünkü hatırlanmak istenmeyen bir son, herkesi bulur. Emindi bir de, sonlar insanları bulur ardından pembe bir başlangıç gelir. Akbili bastıktan sonra arkaya doğru ilerlerken gördüğü herkesin hayatı buydu. Bundan emindi. Herkes mutlu. Herkesin karşısında siyah bir karıncaydı O. Hoş, zemin beyaz da değil ki görülecekti. Ne de olsa Nuh Tufanı’ndan beri kopan en büyük fırtına, beyninin içini bulmak üzereydi.
Güneş her gün bir müddet en tepeye ulaşır, bilirsiniz. O vakte yaklaştığı sıralardı. Bir şey olmasını bekledi, olacağından öyle emindi ki. Olmadı. Her gün, hiç bir şey olmayan hikayelerin kendisini bulmasını nasıl kabul edeceğini düşünme vakti geldi dedi kendine. Haklı olduğu yegane konu olsa gerek, etrafındaki herkes onaylayıcı bakışlarla baktı O’na. Tebrik ettiklerini sanıyordu. Yine haklıydı. Çünkü kimsenin cüret edemediğini yapıyordu artık. Ne de olsa artık kaybedilecek her şeyi kaybetmişti.
Gökyüzü güneşe sırtını dönmeye çok hevesliydi bugün. Ufukta güneşi yolculayan pembelik, binaların müsaade ettiği miktarda boy gösteriyordu. Elinde bir kağıtla evine dönmek üzere, topuklarını acıtan kesin kararlılıkla kaldırımda yürümeye başladı. Işık yeşil yanıyor, karşıya geçti. Durakta yolcu indiren otobüse koştu. Yetişti. Bindi. Akbili bastı. Arkada boş yer yoktu zaten. Bir şey düşünmedi. Ne de olsa kalabalıkta ne düşünse duyulacaktı.
Anahtar cebindeydi yine de zile bastı. Kararından kıvanç duyuyordu hala. Ayakkabısını çıkardı. İçeri adımını attı. Dönüp ayakkabısını aldı belki de ilk kez. Kendi kararına saygı da duyuyordu, buna güldü biraz. Koridorun ışığını açtı, ilerlerken ayaklarını rahatsız eden bozuk zemin, yüzündeki tebessüme öldürücü darbeyi vurdu. Geri döndü. Işığı kapadı. Geçeceğini sandı. Geçsin diye başını yastığa koydu. Uyumak istedi. Zaman geçti. Hep geçerdi zaten. Tekrar tekrar uyumak istedi, sonunda uyku gözlerini kabullendi ve uyudu. Ne de olsa kimse bilmeden görülen tek yalan, rüyalardı.
Uykudayken yirmi dört saat doldu. Ertesi sabah yeni bir hikayeden gelen adam, sorunsuz bir zemin ve eskimiş hikayenin üzerine söylenecek sözleriyle o evin kapısını çekip çıktı.
Ait olmadığımız kaçıncı hikayenin içindeyiz?