Bir varmışız, bir yokmuşuz. Evvel vakti çoktan geçip, ahir vakte çoktan erişmişken, daha tellak hamamda çimerken, sessiz atın çiftesi pek iken, dinozorların efsanesi daha yeni kulaktan kulağa aktarılırken. Handan öte han yok, biz de bu laflardan çok diyen dalkavuk yaşarken. Padişahtan kavuk düştü, dibindeki vezir üstüne üşüştü, kaptı bahşişi cebini güldürdü diye anlatılırken. Tam bakır, kuru bakır. Bak bizdeki bakır şakır şakır. Gider eşeğimiz tıngır mıngır. Cep delik, cepken delik, cebimizde var sıfır metelik diye yalvarıp yakaran ahali içerisinde bir bezirgân var imiş.
Bu gezgin bezirgân o kadar asabi, o kadar öfkeli biriymiş ki. Onu görenler kulaklarına anlatılan o kocaman, devasa dinozorların ta kendisine benzetirmiş. Hatta bu bezirgân o kadar sinirliymiş ki artık bu durum çevresine zarar verdiğini anladığından yanında hep birini gezdirmeye karar vermiş. Yanında gezdireceği kişi ise tam tersi olsun istiyormuş. Köy köy, bucak bucak, belde belde dolaşmış dolaşmış dolaşmış ve her gittiği her yerde böyle birini aradığını yüksek sesle bağırmış. Tam ümidini kestiği an da biri çıkıvermiş karşına. Hatta çıkar çıkmaz güldürmüş onu. Çünkü bu kişi hem küçük boylu hem kafası kel hem de çok şakacı ve komik biriymiş.
Bezirgân demiş:
-Sen, küçük boylu adam. Benimle günlerce beraber gelmek ister misin? Sana çok para veririm. Diye sormuş.
Küçük boylu adam cevap vermiş:
-Gelirim ama bir şartla. Diye cevap vermiş
Bezirgân:
-söyle bakalım ne imiş bu şartın.
Küçük boylu adam:
-Paracıklarını senden almam. Ama sende benim neşemi almayacaksın. Ben çok konuşursam kızmak yok. Hem bu sayede sende gülmüş olursun. Diye cevap vermiş.
Bezirgân:
-iyi bakalım tamam. Gel haydi artık yola koyulma vakti geldi diye cevap vermiş.
Der iken, dermez iken. Bezirgân köy meydanına serdiği kilimleri toplamış ve yola koyulmuşlar. Küçük boylu adam yolda sürekli fıkra anlatıp durmuş. Bezirgân eğer söz vermemiş olmasaydı çoktan kovacakmış küçük boylu adamı. Ama söz verdiği için sessiz sedasız ilerlemişler. Küçük boylu adam, yol boyunca sürekli bilmeceler, tekerlemeler, fıkralar anlatıp durmuş. Bezirgân artık iyice sinirlenmiş ve ne yapsam da bu adamı sustursam diye yol boyunca düşünüp durmuş. Ve bir şey bulmuş. Bezirgân daha önce bu yollardan gelip geçtiği için buraları avucunun içi gibi bilirmiş.
Bezirgân küçük boylu adama demiş ki:
-Gel seninle bir konu da anlaşalım. Sen ilk çıkan pınara kadar konuşma. Bende daha sonra ki çıkacak olan pınara kadar konuşmayayım. Diye sormuş.
Küçük boylu adam gülmüş. Bezirganın aklınca zeki olduğunu, kendisini kandıracağını zannetmiş. Ama yanılmış.
Küçük boylu adam:
-Tamam anlaştık. O zaman önce ben başlarım diye cevap vermiş.
Bezirgân:
-Tamam o vakit. Önce sen başla. Diye cevap vermiş.
Küçük boylu adam birden cevap vermiş:
-Benim sürem bitti. Şimdi sen başla bakalım susmaya diye gülerek cevap vermiş.
Bezirgân:
-Nasıl oluyor da senin süren bitmiş oluyor. Anlat bakalım demiş.
Küçük boylu adam:
-Sen demedin mi önümüze çıkan ilk pınara kadar ben susacağım, sonraki çıka pınara kadar da sen susacaksın diye. Arkanda akan pınarı görmedin herhalde. Benim sıram geçti. Sıra sende bakalım. Bir sonra ki ta dere boyu kavaklarını geçip, sıra dağların arkasında ki pınara kadar sen susacaksın ben konuşacağım. Diye cevap vermiş.
Bezirgân gülünç bir şekilde arkasına bakmış. Gerçekten de arkasında bir pınar var imiş. Tamam o vakit diyerek tekrar yola koyulmuşlar. Küçük boylu adam yol boyunca fıkralar anlatıp durmuş. Bezirgân iyice keyiflenmeye başlamış. Hatta ve hatta o kadar mutlu olmuş ki bu yaşadığı olaya, yol boyunca küçük boylu adama bakıp bakıp iyice mutlu olduğunu belli etmiş. Küçük boylu adam ise bezirgana baktıkça bir hayli neşeli olmuş.
Günler geçip gitmiş, pınarlar akmış, güneş doğup tekrar tekrar batmış ve bezirgân ile küçük boylu adam gide gele, düşe kalka padişahın şehrine gelmiş. Bezirgân, küçük boylu adama dönüp şu cümleleri söylemiş.
Bezirgân:
-Tamam. İyi hoş ben seni dinledim, sen bana yol boyu eşlik ettin ama burası padişah şehri. Burada susman gerek. Aman ha ters bir şeyler söyleyip de başımızı bir belaya sokma emi diye uyarmış.
Küçük boylu adam:
-Ne oluyormuş yani burası padişah şehri ise. Bizlerde padişahın şehrinde birer tüccarız deyivermiş.
Ülkenin padişahı ise, tıpkı bezirgân gibi asabi, öfkeli, sinirli bir herifmiş. Ters bir durum olunca hemen öfkelenir, önünü ardını düşünmeden hemen karar verirmiş. Hatta ve hatta kulaktan kulağa yayma rivayete göre bu padişah o kadar çok can alırmış ki, onun şehrine gelenlerin, karşına çıkanların dizlerinin bağı çözülürmüş. Bezirgân ile küçük boylu adam şehre geldikleri vakit o kadar çok yorulmuşlar ki, bir hana gidip dinlenmeye karar vermişler. Bezirgân ile küçük boylu adam bir gün bir gece bu handa kaldıktan sonra sabah erkenden kalkıp pazara sergi açmaya gitmişler. Bezirgân, eşeğin üstündeki kilimleri, yorganları, battaniyeleri indirip sermeye başlamış. Küçük boylu adam ise akşam vaktine kadar eşeğe bakmakla görevliymiş.
Küçük boylu adam eşeği alıp şehri gezmeye başlamış. O kır senindi, bu kır benimdi, şu kır padişahındı diye diye tüm şehri dolaşmaya başlamış. Eşek bir vakit o kadar güzel bir yerden ot yemeye başlamış ki, küçük boylu adam hiç dokunmadan onu izlemeye koyulmuş. Aradan bir vakit geçtikten sonra yanı başına bir düzine adam koşa koşa gelmeye başlamış. Küçük boylu adam bir anda çok şaşırmış ve korkmuş. Yanına gelen muhafızlardan biri sormuş.
Muhafız:
-Hey küçük boylu adam. Sen ne ararsın padişahın hususi bahçesinde. Bilmez misin buraya padişahtan gayrısı giremez.
Küçük boylu adam:
-Aman ağam etme. Ben bir garip bezirganın, bir garip uşağıyım. Ben nereden bilebilirdim ki bu yeşilim çayırın padişah bahçesi olduğunu.
Muhafız:
-Buraya girmek yasak. Padişahın kesin ve kati emridir. Buraya girmek kesinlikle yasaktır. Kalk gidiyoruz. Seni zindana kapatacağız. Diyerek küçük boylu adamı kolundan tuttukları gibi götürmüşler.
Aradan belli bir vakit geçmiş. Bezirganın gözleri yollarda kalmış. Akşam vakti üzere gelmesi gereken küçük boylu adam bir türlü gelmek bilmemiş. Sergisindeki tüm malları satıp, küçük boylu adamın gelmesini beklemiş. Beklemiş, beklemiş, beklemiş… Ama bir türlü küçük adam gelmek bilmemiş. En sonunda koca şehirde aramaya başlamış. O deliğe bakmış yok. Bu deliğe bakmış yok. Ona sormuş yok. Buna sormuş yok. Kapı kapı dolaşmış. O kadar üzülmüş ki, o sinirinden, öfkesinden yanına yaklaşılmayan bezirgân gitmiş sanki yumuşak kalpli, şefkatli bir bezirgân gelmiş. Aramış taramış ama bir türlü bulamamış. En sonunda saraya gidip yardım istemek zorunda kalmış. Sarayın kapısının önüne geldiği vakit muhafızlar bezirgana sormuş.
Muhafız:
-Ne ararsın hemşerim burada. Burası koskoca padişahın sarayıdır. Bilmez misin civarında dahi dolaşmak yasaktır.
Bezirgân korkak bir şekilde cevap vermiş.
Bezirgân:
-Bilirim efendim bilirim. Ama ben birini arar dururum, ama bulamam kahrolur durum. Benden, senden küçük. Taştan, yapraktan büyük bir herifi arar dururum. Sabah vakitlerinde eşeğime bakması için görevlendirmiştim onu ama bu vakit oldu hala ortalıkta yoktur. Ben ne edem şimdi, ben kime ne diyem.
Muhafız gülerek cevap vermiş.
Muhafız:
-Senin aradığın o küçük boylu adam bugün eşeğini padişahın hususi bahçesinde otlatırken yakalanmış. Görevlilerde tuttukları gibi zindana kapatmış. Ben bir garip bezirganın, bir garip uşağıyım demiş ama kim inanır ki.
Bezirgân:
Efendim, izniniz olursa ben padişahın huzura çıksam, derdimi dillendirsem, duruma bir açıklık getirsem olur mu?
Muhafız:
-sen delirdin mi efendi. Sen kimsin ki padişahın huzuruna çıkacaksın. Omzunda taşıdığın kellen gövdene ağır geldi herhalde. Kellenden mi olmak istiyorsun.
Bezirgân:
-Ben her şeyi göze alıyorum efendim. Lütfen beni padişahın huzura çıkarın diye yalvarıp yakarmış.
Muhafız yanındaki nöbetçi arkadaşının kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra kapıdan içeri gitmiş. Diğer nöbetçi bezirgana beklemesini emretmiş. Aradan kısa bir vakit geçtikten sonra muhafız gelmiş ve geç bakalım padişah seni bekliyor demiş. Bezirgân, peşine düştüğü muhafızın arkasından korka korka ilerlemiş. Yolda sürekli acaba ne söylesem diye düşünüp durmuş. Bin bir kapıdan geçildikten sonra bezirgân padişahın huzuruna çıkmış. Boynu bükük, elleri bağlı, titreye tireye bekliyormuş. Padişah hiddetli ve celali bir şekilde karşına çıkmaya cüret eden bezirgana bakıyormuş. Padişah en sonunda dayanamamış ve sormuş.
Padişah:
-Kimsin sen adam. Ne istersen koskoca padişahtan. Anlat bakalım neden görmek istersin beni.
Bezirgân:
-Efendim ben uzak diyarlardan yaya gelen bir garip bezirganım. Ben köy köy gezer kilim, dokuma satarım. İşler pek iyi gitmediği vakit sinirlenir dururum. Bu durumun beni daha da fakir ettiğine inanırım. Bunun içindir ki kendime bir arkadaş edinmek istedim. Her gittiğim köyde yüksek sesle bağırdım, biri bana arkadaşlık etsin diye. Adını sanını bilmediğim bir köyde, adını sanını bilmediğim biri bana arkadaşlık etmeye başladı. Pınarları geçtik, dağları aştık padişah memleketinde ekmek parası kazanmak ümidi ile yollara koyulduk. Ben sabah vakitlerinde pazarda malları satar iken arkadaşıma da eşeğe göz kulak olmasını tembihledim. Benim arkadaşım bilmeden bir densizlik etmiştir ki af ola. Sizin hususi bahçenizin güzelliğine aldanıp eşeği oracıkta otlatmaya koyulmuş. Görevli arkadaşlarda tutukları gibi zindana tıkmışlar. Benim sizden dileğim şudur ki benim arkadaşımı salıverin de gidelim bu diyarlardan.
Padişah geriye doğru yaslanıp uzun uzun bezirganı süzmüş. Ve sakin bir üslupta.
Padişah:
– Eğer demiş, eğer beş dakika içinde şu asık çehremi güldürmez isen seni de arkadaşının yanına tıkarım demiş. Eğer güldüre bilirsen arkadaşını serbest bırakır gitmenize izin veririm demiş.
Bezirgân uzun uzun düşünmüş. Ne yapabilirim de kudretli padişahın suratını güldürebilirim diye düşünüp durmuş. Biliyormuş ki padişah öyle kolay kolay gülmez. Sonra aklına küçük boylu adam ile yaşadığı kendisinin dahi güldüğü o olayı anlatmaya karar vermiş. Kudretli padişahım size bir hikâye anlatmak isterim demiş.
Padişah:
-Anlat ama beş dakikan var.
Bezirgân derin bir nefes alıp başlamış anlatmaya. Uzak diyarların, uzak köylerinde bir gezgin bezirgân var imiş. Bu bezirgân o kadar sinirli, o kadar öfkeli birisiymiş ki. Yanına yaklaşmaya kimse cesaret edemezmiş. Bu bezirgân köy köy, kasaba kasaba gezip dokuma halı ve kilim satmaktaymış. Bir gün yollarda yalnız kalmamak için adı sanı bilinmeyen bir köyden yanına bir arkadaş edinivermiş. Bezirganın bu arkadaşı küçük boylu, şakacı, neşeli biriymiş. Ayrıca çok gevezeymiş. Ulu orta yerde ağzına gelen her şeyi söylermiş. Yol boyunca bu sinirli bezirganı o kadar daraltmış ki, bezirgân artık onu susturmak için türlü yollara başvurmuş. Bir seferin de yanına aldığı bu küçük boylu arkadaşa demiş ki. “Arkadaşım seninle bir oyun oynayalım ne dersin”. Arkadaşı da olur demiş. Bu sinirli bezirgân aklınca kendisini zeki sanar imiş ama öyle değilmiş. Yanına arkadaş olarak aldığı küçük boylu adam ondan daha zeki çıkıvermiş. Bezirgân, arkadaşının gevezeliğine çözüm için demiş ki. “Önümüze çıkan ilk pınara kadar sen sus, daha sonra çıkacak olan pınara kadar da ben susayım” demiş. Arkadaşı da olur tamam demiş ama ilk ben başlarım diye de şart koşmuş. Bezirgân da tamam demiş. Arkadaşı gülerek bir an da ben kazandım deyivermesin mi? Bezirgân ne olduğunu anlamamış bile. Küçük boylu arkadaşı önümüze ilk çıkan pınara kadar ben susacaktım arkanda bir pınar ve ilk bu çıktı karşımıza bak diyerek cevap vermiş. O sinirli bezirgân bile gülerek arkasını bir dönmüş ki gerçekten de pınar var. Küçük boylu adam bezirganın tuzağına gelmemiş ve yol boyunca bezirgana fıkralar, tekerlemeler, bilmeceler anlatıp durmuş.
Padişah gülerek demiş ki.
Padişah:
-kimmiş yahu bu kadar zeki bir adam. Bulun getirin de bir de biz görelim şu şakacı küçük boylu adamı demiş.
Bezirgân:
Efendim bu adam şu an sizin zindanınızda esirdir. Bugün hususi bahçenize giren adam bu küçük boylu adamdır deyivermiş.
Padişah:
-Gidip getirin şu adamı. Tanışmak istiyorum bu adamla demiş ve uzun uzun gülmüş.
Muhafızlar, zindana gidip küçük boylu adamı getirip padişahın huzuruna çıkarmışlar. Daha sonra padişah bezirgân ile küçük boylu adamı af etmiş. Bu iki arkadaş bir daha hiç ayrılmamak üzere saraydan çıkıp yola koyulmuşlar. Günler geçmiş gitmiş. İneğin önüne koyulan saman bitmiş, dul karılar muradına ermiş, bu masalda buracıkta bitivermiş…
Asude bir zerafet eşliğinde şiirle mest olan, ulvi güzelliklere hasım, inatçı umutlara yoldaş, ikbali vuslat yolcusu ya da acılarıyla beslenen insan-ı kamil ruhu.