Yumuşak bir rüzgar geçti yorgun saçlarımın arasından ve olanların üzerinden binlerce sene… Oysa içimdeki sancıda her şey biraz önce olmuş kadar taze. Benim yaşadığım o lanetli dünyadaki tüm tanrılar ve tanrıçalar unutmak istedikleri zamanda sıkışıp kalır, belki de kendilerine itiraf edemeseler de en çok yaşamak istedikleri anda çünkü yeryüzünde, binlerce yıldır o anları insanlar birbirlerine anlatır dururlar. Ben de binlerdir o andaymışım gibi yaşamımı sürdürüyorum, hiç bilinmeyen ama en çok bilinmek istenen o yerde. Ben Artemis, Ay, av ve özgürlüğün tanrıçası. Beni her bir canlı böyle tanır; ama kimse bilmez. Ben Artemis, doğduğum an küstüm aşka… Aşka ve onun getireceği tüm sancılara. Annemin dokuz günlük doğum sancısının sekizinci gününde ilk nefesimi aldım. Hayatımı değiştirecek o sancıya o an şahit oldum. Yeminler ettim sonra, aşksızlığa, özgürlüğe ve Ay’a. İnsan değildim ama yüce bir hata yaptım. Anlatacaklarım belki size sıradan bir mitten farksız gelecek ama lütfen sonuna kadar dinleyin; çünkü bu aşkı affedişimin hikayesi. Bu Marpessa’yı yaratışımın hikayesi.
Herkese umut olan o güneş battı, yerini Ay aldı. İkizim Apollon yeryüzünü terk etti, yeryüzü bana kaldı. O gece de her gece yaptığım gibi geyiklerimi alıp ava çıktım. Tüm gece avlanıp yorgun düştüm. Kendimi yeryüzünde en huzurlu hissettiğim mağarada buldum en sonunda. O gece oraya gitmemem gerektiğini söyleyen içimdeki cılız sesi dinlemedim. Mağaranın içindeki suya girdim, gözlerimi kapattığım an bir sesle doldu kulaklarım. İçimdeki korkunç merak beni sardı, oradan gitmem gerektiğini söyleyen cılız ses çığlık çığlığa kaldı; ama mağaranın içinden gelen o ses benim içime işliyor, kalbimi hiç bilmediğim ritimlerde attırıyordu. Dayanamadım ona doğru baktım. Gördüğüm, beni isteyen tüm tanrıları unuttum. Karşımdaki adamın yanık teni ona daha çok yaklaşmam içindi sanki. Ne yeryüzünde ne de gökyüzünde, ne bu dünyada ne de benim yaşadığım diyarlarda böylesine rastlamamıştım. İçimdeki yoğun, asla tanışmadığım o hissi bastırmaya ve oradan çıkıp gitmeye çalıştım; çünkü kendimi hep gitmeye alıştırmıştım. Gitmek, benim Ay’dan sonraki ikinci evimdi. Bu sonsuz hayatımda ilk defa bir yerde kalmak istedim. Sonra nehir gibi akan kalbimi alevler kapladı. O adamı bir kadını öperken gördüm. Tanrıçayım ya koskoca Ay tanrıçası… Kibirimden ve kıskançlığımdan deliye döndüm. Böylece başladı hikayem, aşk sandığım o duyguya kapıldım; doğduğum an küstüğüm aşkı affettim. Bir ölümlüye, İdas adındaki o balıkçıya aşık oldum. Sevgilisi Bianna’yı oracıkta, o kutsal mağaranın içinde taşa çevirdim. Ne yaptığımın farkına vardığımda, büyük bir ızdırapla yakarıp taştan Bianna’ya sarılan biricik aşkım İdas’ı orada terk edip evime döndüm. Lakin bu bana yetmedi. Ne bir tanrıça olmam ne de ettiğim yeminler beni ona aşık olmaktan alıkoyamadı. Onu, bu zamana kadar hiçbir şeyi istemediğim kadar çok istiyordum. Sadece bana deli gibi aşık olsun, yalnızca bana ağlasın istiyordum. Tanrıçaydım ama hâlâ bir taş parçasını bile kıskanıyordum. Bir yolu olmalıydı. Yeminimi bozmadan onunla olmalıydım. Onu kendime aşık etmeli ve sonsuza kadar onunla yaşamalıydım. İşte Marpessa’yı benim Marpessa versiyonumu da bu şekilde yarattım.
Kendimi bir denizkızına çevirip Akdeniz sularına indim. Kendini acısından denizlere vurmuş İdas’ın ağlarına teslim oldum. Beni ilk gördüğü an bana büyülenmiş gibi baktı. Sanki ona bu ızdırabı veren ben değilmişim de onun devası benmişim gibi… Bu bakış beni kendimden geçirdi. Ona yolumu kaybettiğimi ve biraz yanında kalmamın sakıncası olup olmadığını sordum. Cevabı Artemis olarak çoktan biliyordum… Öyle de oldu. Artemis’in planı Marpessa da tuttu, balıkçı İdas bana aşık oldu. Gündüzleri denizkızı Marpessa, geceleri Ay ve iffet tanrıçası Artemis olup iki hayat sürmeye başladım.
Uzunca seneler aşkımızı doludizgin yaşadık. Ben onun Marpessa’sı oysa benim İdas’ımdı. Aşkımız tanrılar ülkesine kadar duyuldu. Bir denizkızıyla balıkçının o dillere destan aşkını duyan herkes bizi görmeye gelir oldu. Artemis olarak da Marpessa olarak da aklımın ucuna dahi getirmediğim bir ihtimal günlerin birinde karşımda dikildi. Amcam denizler tanrısı Posedion beni gördüğü an tanıdı. Ona direnmedim Artemis olduğumu kabul ettim. Beni, bakirelik yeminimden döndüğümü öğrendiği için babam tanrılar tanrısı Zeus’a söylemekle tehdit etti. O an ölümsüz bedenime bu ölüm gibi gelmişti. Amcamla yüreğim sızlaya sızlaya bir anlaşma yaptım; artık sevgilim, tek aşkım İdas’ı senede bir kez görebilecektim…
Her sene yalnızca o gün Marpessa’ya dönüşüyor, sevgilimle birlikte oluyordum. İdas eskisi gibi değildi. Yorgun, çökmüş ve acı içindeydi. Geriye kalan tüm günler onu Artemis olarak uzaktan izliyordum. Onu tanıdığım o mağaraya gidiyor, Bianna’nın dönüştüğü taşa sarılıp iki sevgilisini de aldığı için de isyan ediyordu babam Zeus’a. Babam Zeus bu yakarışları duymuyordu; ama ben görüyor, duyuyor ve aşk sandığım duygudan çok öfke, kibir ve kıskançlık hissediyordum. En nihayetinde ben bir tanrıçaydım. Her şey, onun bana aşık olması ve sevmesi bile benim istediğim şekilde olmalıydı.Ne büyük yanılgı… Bianna’nın taş haline dokunması beni çileden çıkardı ve İdas mağaradan çıktığı an mağaranın girişini kutsal taşlarla kapattım, neler olacağını ve neler yaşanacağını asla bilmeden körükörüne yaptım bunu. İşte bu olayın sonucunda gerçek aşkla ve gerçek kimliğimle tanışacaktım. En büyük hatam, bana aşkımı kaybettirecek sonra beni gerçek aşka ve kendime götürecekti tıpkı insanlarda olduğu gibi.
Bir zaman sonra İdas mağaraya tekrar geldiğinde onu Artemis olarak yine gizlice izliyordum. Girişinin kapalı olduğunu görünce bir anda dizlerinin üzerine çöktü ve o kadar çok ağlayıp ağıtlar yakmaya başladı ki, içimde ilk kez filizlenen sancı beni kavradı. İdas beni hiç sevmemişti bense ona tüm yeminlerimi, tanrıçalığımı tehlikeye atacak kadar aşıktım fakat benim aşkım yakıcı türden bir aşktı; beni, İdas’ı ve Bianna’yı kül edecek türden öfkeli ve kibirli bir aşktı bu. Çok sonradan öğrendim; ona gerçekten aşık olduğumda onu kaybettim. Bu aşkın getirdiği ilk ve en güçlü sancıydı. Elimi kalbime götürdüm. Sanki dokunsam geçecekti; ama geçmedi. O güne kadar hiçbir şeyi duymayan babam tanrılar tanrısı Zeus ilk kez, sevgilim İdas’ın o güçlü yakarışını duydu. İdas hem Marpessa’yı hem de Bianna’yı alan tanrısına isyan ediyor, kendisini de taşa çevirmesini istiyordu. Babam İdas’ı duydu ve onu gözlerimin önünde bir taşa çevirdi; tıpkı benim Bianna’ya yaptığım gibi. Ölümün ne olduğunu bile bilmeyen ve asla bilemeyecek olan her bir yerim o gün ölümü hissetti. Asla acıyı hissetmeyecek kalbime büyük sancılar ev oldu. Ben İdas’ı kibirimden kaybettiğim gün ona aşık oldum. Gerçek aşkı ve onun tüm sancısını o gün hissettim. Günlerce ve gecelerce ağlayarak mağarayı kapattığım taşları bir başıma kaldırdım. İdas’ı Bianna’nın yanına yerleştirdim. Onun ait olduğu yer orasıydı, bunu yanarak ve yakarak kabullendim. Kendime bir söz verdim. Her senede bir gün İdas’ı görme iznim olduğu o günde, Artemis’in aksine merhametli, aşkla ve acıyla dolu olan Marpessa’ya dönüşür yolunu kaybeden balıkçıların ağına takılıp onlara yol olurum.
Binlerce yıldır, Mersin’in Taşucu ilçesinde insanların şenlikler düzenlediği o günde tüm balıkçılar beni Marpessa olarak bekler. Onlara bereket ve bolluk getirdiğime inanırlar. Annemin doğum sancısından korkan ben, her senede bir gün kendimi Marpessa olarak doğuruyor ve dünyanın tüm doğum sancısını o gün çekiyorum. Her şeyin bedelini böyle ödüyorum. Onlar beni sancısız ve hatasız bir denizkızı olarak bilsin, aslında ben yüreğimdeki sızıyla asırlardır yaşayan bir Ay tanrıçasıyım. Ben bu hikayenin hem en kötü hem de en iyi parçasıyım.