‘Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın. Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.’ Ben bu yazıma Aliya İzzetbegoviç’in bu sözünü esas alarak başlamak istiyorum. Srebrenitsa katliamı veya soykırımı desem sizlere ne düşünürsünüz? Elbette ki herkesin bu konu hakkında biraz bilgisi vardır; belki bir kitapta belki de sosyal medyada dolaşırken karşılaştığınız iki saniyelik bir fotoğrafta…
Srebrenitsa katliamı,2.dünya savaşından sonra Avrupa’da yapılan en büyük insan katliamı ve etnik soykırım olarak nitelendirilen, 20.yüzyılda Avrupa’nın göbeğinde tüm devletlerin gözü önünde insanların katledildiği acı dolu bir olaydır. 1992 yılında başlayıp 3 yıl devam ederek 1995 yılında sona ermiştir. Bu etnik soykırımın nasıl gerçekleştirildiğini anlatmak için belki de en baştan başlamalıyım. Her şey Eski Yugoslavya’nın bölünmesinin ardından Müslüman Boşnakların manevi lideri Aliya İzzetbegoviç’in diğer ülkeler gibi bağımsızlık talebinde bulunması ve Bosna Hersek’in 29 Şubat-1 Mart 1992‘de düzenlenen referandumla bağımsızlığına kavuşmasıyla başladı. Bu olayın ardından Sırp liderin Müslüman Boşnaklara olan tutumu ayrıştırıcı ve sertti. Sadece bağımsızlık istedikleri için dünyanın 4.büyük ordusuna sahip Sırp askerleri ve Çetnikler, Boşnakların yaşadığı şehir ve kasabaları kuşatarak resmen işgal etmiş oldular. Daha sonra bu olay işgal olarak kalmamış adeta bir katliama dönüşmüştür. Birleşmiş Milletler bu duruma zoraki olarak müdahale etti ve Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etti. Bu amaçla Srebrenitsa’daki Bosna askerlerinin silahları toplandı ve sözde barış gücü olarak Hollanda devletinin askerlerinin oraya gitmesi uygun bulundu. Ancak durumun tam tersi oldu ve bana göre tarihin yüz karası olan Hollanda askerleri 60 bin nufüslu Srebrenitsayı Sırpların eline vererek onlara açıktan katliam için yardımda bulundu. Bu durumda Bosnalı insanlar Avrupa Birliğine başvurdu ve yeniden silahlanılması gerektiğini savundu. Bosna Hersek yalnızca Avrupa’dan ve Amerika’dan adaleti, hakkı, hürriyeti, kendi koydukları ve var olduğunu savundukları ilkelere sahip çıkmalarını istedi. Birleşmiş Milletler’in kurulma amacını gerçekleştirmesini istedi. Silahsız ve korumasız kadını, çocuğu yaşlıyı korumalarını istedi. Buna karşılık Birleşmiş Milletler ne yaptı dersiniz? Boşnaklara silah satışına ambargo koydu ve gülünç bir şekilde silahlı, tam donanımlı Sırp ordusunun karşısına Boşnak Müslümanları yem olarak ortaya attı. Soruyorum size bu hangi vicdana sığar? Tek hedefin bir milleti daha doğrusu kendi dininden olmayan bir milleti Avrupa’dan sürmek gibi iğrenç bir düşüncenin hakim olduğunu ve bunun için Sırplara perde arkasından yardım edildiği yadsınamaz bir gerçektir. Arkadaşlar 20.yüzyılda yaşanan bir soykırımdan bahsediyorum ayrıca Avrupa’nın gözü önünde, onların göz yummasıyla yaşanıyor.

Gelin bir de bu katliamın karanlık tarafına, perde arkasına birlikte bakalım. Srebrenitsa’nın ‘güvenli bölge’ ilan edilmesinden sonra savaştan önce nüfusu 24 bin civarında olan şehrin nüfusu 60 bine çıkmıştı. Hollanda ve Sırp askerleriyle çevrili olan şehir açlık, sefalet ve hastalık şehrine dönüşmüştü, adeta. Şehre ulaşım yok, insani malzeme tükenmiş, temiz su yok her gün çocuklar ve yaşlılar açlıktan ölüyor. Sanıyorum ki bu anlattığım şeyler belki de oradaki insanların yaşamak zorunda olduğu acıların en hafifiydi. Bana göre insanlar aç kalabilir, savaşın getirdiği acı kayba, yoksulluğa hatta ve hatta sevdiklerinin ölmesine bile katlanabilir ancak kendi kadınına gözünün önünde tecavüz edilmesine, gözünün önünde beşikteki yavrusunun öldürülmesine nasıl katlansın ki? Çaresizlik dediğimiz kavramı iliklerinize kadar hissettiğinizi düşünün.
Suhra Maliç, TRT Srebrenitsa Anneleri Kayıplarını Arıyor belgeseline konuk olan savaş mağduru bir anne, yaşadığı acı dolu hatıralı bize şu şekilde anlatıyor ‘‘Sırplar bizleri evimizden erkek, çocuk, kadın demeden topluyorlardı. Yanımızda erkekler de vardı biz düşündük ki onlar varken bize bir şey olmaz. Ancak daha sonra bizi ayırmaya başladılar bir dere kenarına geldiğimizde erkeklerimizin cesetlerini gördük, sanki dere su değil kan akıtıyordu… Yanımızda bebekli bir kadın vardı ve bebeği, sanırım aç olduğu için sürekli ağlıyordu. Bir Sırp askeri gürültüsüne dayanamayarak ‘Susturun şunu!’ diye bağırdı ve anında bebeğin boğazını kesip attılar. Geriye üstü başı kan içinde kucağında sadece başsız bebek olan bir kadın kaldı. Günlerce ağladım…’’ Arkadaşlar savaşın bile belirli kuralları vardır. Bu yaşananlar, o annenin acısı hangi vicdana sığar, hangi toplumsal ahlak kuralı bunu kabul eder? Hangi dinden, inanıştan, mezhepten olursanız olun merhamet, saygı, anlayış bunlar bir insanın kalbinde yoksa dünya zaten cehennemi yaşıyordur. Aynı belgeselde bir başka kadın: Hanifa Coğaz ‘Hala bazen rüyamda Çentiklerin beni aldıklarını görüyorum. Onlar benim çocuklarımı öldürdüler, onlar öldüğünde benim de kalbim öldü. Her şeyimi aldılar, bütün ailemi öldürdüler hiç pişman olmadılar. Tek pişman oldukları şey hepimizi öldürememekti.’ Bu olaylar tarihe yazılmış kara lekedir, insanlık dışıdır, suçtur.
Savaş Mağduru Kadınlar Derneğinin kurucularından Bakira Hasecic kadın kurbanlarla yaptığı görüşmelerden sonra şu sözleri söylemiş: ‘Kadınlar kablolarla yataklara bağlanıp tecavüze uğradılar ve işkence gördüler…’, ‘Bazı kadınlar kompleksteki yüzme havuzunda tecavüz edildi. (Bahsedilen yer Vilina Vlas otelidir.)” Şüphesiz ki bu trajedinin en büyük kurbanları kadınlar ve çocuklardır. Eğer bir kurban susuyorsa suçlar hiç yaşanmamış gibidir… Bu olaylardan sonra eminim ki birçok kadın toplum baskısı nedeniyle kendisine yapılanları açıklamaktan korkuyor ve ciddi psikolojik problemler yaşıyordur. Normal yaşantıya dönme veya evdeki sorumluluklarını yerine getirmede eksiklikler yaşadıklarını düşünüyorum. Bunlar çok büyük acılar, çok büyük çaresizlikler…
Sırp askerleri daha savaşın başında 8.372 Boşnak’ı vahşice katletmişti. Onları toplu mezarlara gömdüler. Hatta öldürmekle zaman kaybettiklerini ve mermilerinin azaldığını fark edince Boşnakları diri diri mezarlara gömdüklerine dair söylentiler vardır. Olayın üstünden uzun bir süre geçmesine rağmen hala toplu mezarlar yeni yeni bulunuyor. Onların mezarlarını mavi kelebekler buluyor. Aliyya İzzetbegoviç’in Türklere olan mektubunda da anlattığı gibi her toplu mezarın üstünde bir çeşit bitki nedeniyle mavi kelebeklerin kümeleştiği fark ediliyor. Ve ne kadar acıdır ki her kelebek gördükleri yerleri kazıyorlar. Belki Ayşe teyzenin, Fatma ablanın oğlunun kemikleri vardır diye…

Bosna katliamı sırasında kurulan İHH(İnsani Yardım Vakfı) verilerine göre olayın bilançosuna bakacak olursak; 3 yıl devam eden savaşta 312.000 kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır yaptığı çalışmalarda 20 bin ceset bulunmuştur. Bütün umutlarını mezarlardan çıkacak olan kemiklere bağlayan insanlar düşünün. Çıkan kemiklerden en azından bir tanesi onun yakını olsun diye umutla bekleyişlerini. Mezarları olsun, bayramda çiçekler dikerim, en azından mezarlarında göz yaşı dökerim dediklerini…

Bosna katliamı bir annenin acısı, bir kocanın feryadı ve bir kadının utancıdır. Dini ve milleti ne olursa olsun, insanları ne kadar kucaklayabildiğimiz, ayrıştırıcı değil birleştirici kimlikle toplumda ne kadar var olabildiğimizdir aslında yaşamak. Şu zor günlerde daha çok sabretmeyi, insanları sevmeyi öğrenmeliyiz. Bu hayatta bir daha var olmayacağız tıpkı Bosnalı insanlar gibi her acıdan, zorluktan sonra dimdik ayakta durabilmeliyiz. Bizden sonraki nesillere daha az acının olduğu, tüm insanları sevginin kucakladığı bir dünya bırakılmasını temenni ediyorum. İnsanların acılarını göreceğiniz ama farkındalığınızı bu acılarla beslenerek geliştireceğiniz bir yazı olmuştur umarım…Benim düşüncelerime ortak olup buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.
Özge ERKEÇ
Kaynak:
BBC News
https://tr.wikipedia.org/wiki/Srebrenitsa_Katliam%C4%B1
Aliya İzzetbegoviç-türklere mektup
Anadolu Ajansı-SREBRENİTSA NATO ya üyelik
Ihh.org
Ouronews