fbpx

Geceyim

Sanı

Kafayı üşütmemeliyim diye kendime telkin vermekten dilim damağım kurumuş o kocaman bardağı nasıl da tek yudumda bitirmiştim. Saçım başım dağınık. Şu hastane köşesi sana yakışmıyor Sedef demekten ileri gidemiyorum. Küçük kardeşimi yine o sokak aralarında ya hep ya hiç diye diye korumaya çalıştığı arkadaşlarının bizden bu kadar deyip eyvallahı çektikleri duvar kenarında buldum. Yaralı, yüzü gözü kan ter içinde. Ben onu böyle toplamaktan değil, ben onu toplamayı hiç beceremedim de, ben onu kaybetme korkusundan bir gün firar edecektim. Yaklaşık bir saattir buradaydık ve sonunda taburcu olmuştu kardeşim. Çıkabiliyorduk.

Yavaşça ceketini giydirdiğimde bana sadece hayal kırıklığıyla bakıyordu. Çok küçüksün daha diyemedim. Yaşından büyük çocuk. Eve geldiğimizde ortalığın ne kadar dağınık olduğunu gördüm. Yetiştirmem gereken yazılar olduğunu, yarım bıraktığım insanların benim masa başına geçmemi beklediklerini gördüm. Öyle yorgundum ki. Kardeşim eliyle işaret edip odasına geçtiğinde, işte tam da şu an başlıyordu benim baş ağrım. Çünkü şu hayal gücüm bir baş ağrısından ama ne yazık ki bir şifa olmaktan da başka bir şey değildi. Odama gidip üstümü değiştirdiğimde aynanın karşısında bu kadar solgun bir beden görmek beni ürküttü. İnsan bazen kendinden bile çekinebiliyor, maalesef ki. Masanın başına oturduğumda ben, daldığım o boşluk bu kaçıncı dememle sona erdi. Bu kaçıncı, artık bırak. Artık bırak. Eğer o olmasaydı böyle bu kadar canımdan bir şeyler yazabilir miydim diye düşünmeyi bırakamıyorum. Yarına yetiştirmem gereken bir dünya, ben hala işte. Saçım başım dağınık. Anlasana. Olur ya hani konuşsan bitecek, şu ağrı bitecek ama anlatabileceğin hiçbir kelime kalmamış.

Sedef şu başını eğdin diye kış mı geldi, sen kendini ne sandın böyle demek öyle yorucu ki. Bir şarkı açtım. Bir mum yaktım. Elime aldığım kalemle bir şey karalarken ben hiç düşünmüyordum. Henüz kendimi acıtabilmiş, yazdığım karakter de beni öldürebilmiş değildi. Kahküllerim uzadığında beni anlayabilecek birileri olduğuna inanmam kadar masum değil, böyle aptal bir umut sadece. Saat yavaş yavaş ikiye yaklaştığında bitirmiştim. Son kez üstünden geçip dosyamın içine koymuştum. Rafa kaldırılmış bir hikaye daha. Bir yayınevinde sürekli yazan bir amatördüm. Aslında burada bir nevi grafiker gibi dergi kapaklarını, sayfaları tasarlayarak başlamıştım işe. Yazan herkes el yazısıyla yazar, biz de dergiye yazıyı bu şekilde koyardık. Ağır puntoların altında hissedebileceğim tek şey yorulan gözlerim olurdu. Her ne kadar sevsem de okumayı. Böyle başlamıştı işte benim küçük dünyam. Tüm bu çabam kendime sahip olabilmek adınaydı. Kendi hayatımın iplerini ellerime alırsam belki huzuru bulurum demiştim. Kendimi bulursam belki mutlu olmam ama o huzuru bulabilirim sanmıştım.

Sedef sustu, Sedef yuttu dedikleri için hayatta kalmam gerektiğini öyle acımasız bir şekilde öğrendim. Bir gece yarısı kan kusarken ettiğim yeminlerin altında kalmayacağım diye. Zorunda olduğun şeyler sana hep bir kez daha ağır diye. Bir ağrı kesici içtiğimde tek dilediğim biraz uykuydu. Sabah olduğunda güzel bir gün olacağına dair umudum yoktu ama yine de kalkabildiğim için şükrettim. Elimi yüzümü yıkayıp üstümü değiştirdiğimde saatin epey bir geç olduğunu gördüğümde kafamın içinde çoktan kırmızı alarmlar çalmaya başlamıştı. Birazcık hatrım olmasa gidebileceğim tek yer kapı kenarıydı ya, yine kendi kendime söylenmeye başlamıştım. Saçımı at kuyruğu yapıp, dosyalarımı da çantaya hızlıca koyarak çıkmıştım evden. Taksiye ayırabilecek bir durumum yoktu, ne yazık ki çok harcama yapmıştım bu ay. Otobüsün gelmesini bekledim o yüzden. Hiç değilse çok beklemedim diyordum bir direğe tutunduğumda. Sonunda indiğimde ise koşar adımlarla girmiştim binaya. Kendi yazımı editöre verdikten sonra her zaman yapmaktan keyif aldığım bir şekilde bu ay ki yayınlanacak olan yazıları okuyordum. Yarın dergi dağıtıma hazır olması gerektiği için tüm gün çalışmam gerekiyordu. Ama üzgün değildim. Bu benim dudaklarımı yeşerten nadir şeylerdendi. Saatler süren bir çalışmanın ardından her şey bittiğinde geriye sadece tatlı bir heyecan kalmıştı. Ertesi günü beklemek ve kendi dergini okuyabilmek güzeldi. Her zamanki gibi susmuştum. Akşam olduğunda ise kardeşimi dizlerime yatırmış düşünüyordum. Ya o olmasaydı, ya hiç görmeseydim ben onun o yüzünü, bilmeseydim kanayan avuçlarını ne olurdu? Neden gitti, neden gitti? Cevabını aradığım her yol elimde patladı işte. Koskoca altı ay geçmiş hala gözlerimin dolması bana reva.

Tanrım bu bana reva diye diye kapadım gözlerimi. Uyumayı düşündüm. Uyuyabilmeyi düşledim. Ne üzücü. Ertesi gün hızla ard arda çalınan zillerin sesiyle uyandığımda korkmuştum. Kardeşim hala odasında uyuyordu ve çok da derin bir uykusu vardı. Belli ki duymuyordu. Hızlıca kapıya koştuğumda her ay başı gazeteyle birlikte dergimi de getiren Osmana baktım. Çok heyecanlı olduğu belliydi. “Osman ne oldu? Ne bu hal?” diye sordum. Elinde dergim vardı bir tek fakat anlamıyordum. “Sedef abla o geldi. Sabah gördüm senin evin önünden geçerken. Sedef abla dönmüş Ali abi dönmüş.” Osman bunları söylediğinde kapıya tutunma ihtiyacı hissettim. Yutkunamadım. Anlamıyordum sanki her bir hücrem anlamamak için özel bir çaba sarfediyordu. Osman’I duyamıyordum. Kulağımdaki buğular, kalbim öyle hızlı atıyordu ki. Ağzımdan sadece “nasıl” sözcüğü dökülmüştü. O beş harflik kelime öylr zor çıkmıştı ki şu iki dudağımın arasından. “Seni arıyormuş. Sordu söylemedim yerini Sedef abla. Senin bileceğin iş.” dedi Osman. Onca yıl sonra beni nasıl bulmayı beklemişti. “Elinde dergin eski adresine gidiyordu. Dikkatli ol sen yine de olur mu?” dediğinde zorla gülümsemeye çalıştım. Teşekkür edip kapadığımda kapıyı dakikalar boyunca farkında olmadan tuttuğum nefesi bırakmıştım.

Hemen üstümü değiştirip çıktım evden. Ona öyle sinirliydim ki. Yavaş yavaş her şey yerli yerine oturduğunda öyle bir karmaşaya düşmüştüm ki. Koşa koşa gittiğim eski evimin kapısında buldum Aliyi. Öyle değişmişti ki, öyle titriyordu ki ellerim. Ona o kadar kırgındım ki. Beni gördüğünde gülümsemişti. Ben artık bu dudakları unutmaya başlamışken o bana gülümsemişti. Sıktığım dişlerimi sızlatıyordu bana. Yanıma geldi. “Sedef” dedi. Ben bu ismi duymaktan hiç bu kadar korkmamıştım. “Sedef ben geldim.” Ona bakamıyordum. Yüzüne bakamıyordum. Beni bir gece yarısı çekip gidip bıraktığında nasıl geceyi sabaha devirdim bunu mu anlatacaktım? “Nolur bir şey söyle. Sedef. Açıklayacağım her şeyi sana. Yeter ki bak şu yüzüme.” Başımı kaldırıp baktığımda titreyen çeneme gözlerini dikmişti. “Neden geldin?” diye sordum. Sesimin ne böyle titrediğini ne de böyle kısık çıktığını biliyorum. “Seni seviyorum ben. Her şeyi yoluna koymaya geldim. Seni de kardeşini de alıp gitmek ist-“ Sözünü onca yıl sonra ilk defa kopan hıçkırığım kesmişti. “Ali. Ben sanmıştım ki biz aynı kurşunla ölecek kadar seviyoruz birbirimizi. Ben sanmıştım ki böyle bitmez. Neden gittin? Neden gittin? Kendime sora sora kaç gece bitirdim ben Ali. Sen karşımdaydın. Sen. İnsan sevdiği için özür diler mi kendinden. Ne yazık. Ne yazık ki diledim ben her gece. Seni öyle büyük sevdim ki. Aşkın beni kör etmedi ama gözlerimi kararttı Ali.”verdiğim nefese kadar titriyordum şimdi. “ O kurşunda ölen tek kişi bendim değil mi?” güldüm. “Yandım. Söndüm, duruldum. Artık gelmesen de olur. Gelme Ali. Sen artık bana gelme.” Dedim. Arkamı döndüğümde artık hissettiğim hiçbir şeyin önemi yoktu. Biliyordum. Şu kurduğum iki kuruşluk hayatı mahvedip gidecekti. İnsanlar bağırıyordu. Bir el ateş duydum. Tanrım dedim. Tanrım lütfen düşündüğüm şey olmasın. O kadar zordu ki dönebilmek. Neyle karışalacağımı bilmeden üstelik. Yavaşça döndüğümde vurulan Aliyi gördüm. İnsanlar üstüme geliyordu. Sirenler çalıyor bir adam bağırıyordu, “İşte o kız, deli gibi bağırıp duruyor kendi kendine alın götürün bunu.” diye diye. Birileri kollarımdan tutuyor, götürülmesi gereken kişi Aliyken beni neden götürdüklerini anlayamıyordum.

Hastaneye gittiğimde doktora olan biteni anlattım. Yanlış kişiyi getirdiklerini. Herkes orada kimsenin olmadığını söylüyor sanki Aliyi görmezden geliyorlardı. “Bak Sedef. Kardeşine ulaştık. Daha önce de bir tanı konulmuş, tedaviyi başlatmışsın ama ilaçlarını içmemişsin. Oldukça ağırlaşmış durumda. Kontrol altına alabilmemiz için haplarını içmen gerekiyor. Sen şizofreni hastasısın Sedef. Ali gerçek değil. Osman gerçek değil. Kardeşinin söylemlerine göre o kapı eşiğine bırakılan dergilerle konuşuyormuşsun. Sandığın gibi Osman diye biri ile değil. Anlaması zor biliyorum ama bunların hepsi beyninin sana bir oyunu. Hiçbiri gerçek değil. Hiçbiri.” “Yutkunamıyordum. Ben bir hayali mi yaşamıştım yıllar boyunca? Kalbimdeki bu acı hiç var olmamış bir adama mıydı? O hiç gitmedi, o hiç gelmedi bile öyle mi?” Hala şaka diyecek diye bekliyorum. Bir eşek şakası olması için öyle dua ediyorum ki. “Sen hastasın. Hiçbiri gerçek değil. Üzgünüm Sedef.” Benim yalan küçük dünyam. Koca bir rüya.


Gündüz

Geceyim ailesi olarak Gündüz’e, yazısını bizlerle ve siz okuyucularla paylaştığı için teşekkür eder çalışmalarının devamı dileriz 🙂

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: