“Haklıydık, sen anlayamadın bense göremedim. Haklıydık, artık ben görüyorum, sen de anlıyorsun. Artık görülecek ve anlaşılacak bir şey kalmadı.”
Dışarıya çıkamadığım şu odanın içinde dışarıyla tek bir bağım kaldı, o da şu pencere. Oradan seyrediyorum doğayı; küstahça mahfeden güruhun, kendi heyecanlarına boğuluşlarını. Bir de televizyonum var, dolup taşan dalkavuklar bir bir methiyelerini seslendiriyor.
“Sana yazdıklarınla bağlı kalmak istiyorum ve sende yazdıklarımla yarım kalmak istiyorum.” Senin sesinin rüzgarında, kulaklarımdan tel tel sarkan saçların savruluşuyla üşüyorum. Ve bendeyse gecenin 3’ünden sonra uyanılan bir uykunun boğazda bıraktığı burukluk, o buruklukta kırık ve boğuk pürüzlü çıkan bir ses var geriye kalan. Sen gerçi gece yarısı konuşmayı sevmezdin kaçılan uykulardan sonrası konuşmayı. Seslenince parmaklarını dudağıma götürüp susmamı söyler öyle hareket ederdin gölgenin peşinden. Sessiz durgun olmasını isterdin gecelerin, küçük seslerin zamanı olduğunu söylerdin.
Kötülükleri beis göremeyecek kadar bozuldun sende. Ya da o kadar güçlüydün ki beis göremedin, kulak tıkayıp yaşayamayacak kadar sağırdın. Ben gördüm ve dinledim. Meraklarım hala benle, anlam veremediğim hikayeler baş ucumda, ölülerden kalan eşyalarla.
Yarın… Daha doğrusu bu akşam yine maç var. Küfürler dökülecek, kavgalar çıkacak. İçe hapsedilip, gün ve gün beslenen canavarlar özgür kalacak. Şehirler uyanıp koşturacak, bazı insanlar senin için gülecek bazılarıysa sana dayandırıp üzülecek. Bazısının pencereden bakması tercihi olurken bazısın mecburiyeti. Bu şehirde bir kadın bir erkek daha ölecek. Anılırken sadece müntehir biriydi denilecek.