Kimse çıktığı yolda kendisi kalmaz. Yol insanı başkalaştırır.
Murathan Mungan
Peter Farrelly’nin yönetmenliğini yaptığı gerçek bir hikâyeyi konu alan Green Book’un senaryo yazarlığını Tony Vallelonga’nın (Tony Lip) oğlu Nick Vallelonga üstleniyor. En iyi film, en iyi özgün senaryo ve en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında Oscar alan film 1960’lar Amerika’sındaki ırkçılığı açık yüreklilikle ve naif bir senaryo ile ele alıyor.
Film, 1962 yılının Amerika’sında iş bitirici özelliği ile nam salmış Tony Lip’ in (Viggo Mortensen) çalıştığı restorandaki tadilat sebebiyle kısa süreli girdiği iş arayışında Doktor Don Shirley (Mahershala Ali) ile tanışması ile başlıyor. Piyanist Don Shirley Tony’e 2 ay sürecek turnesinde renkli (!) birinin şoförü ve yardımcısı olmanın sorun oluşturup oluşturmayacağını sorduğunda, Afro- Amerikanlara karşı olumsuz tutumunu filmin başında gördüğümüz Tony, biraz da mecburiyetten teklifi kabul ediyor. Filmin devamında bir centilmen olduğunu defalarca kanıtlayacak olan Shirley, Tony’nin kendisiyle birlikte 2 ay turnede olması için izni Tony’nin eşi Dolores’ den (Linda Cardellini) alıyor. Filmin başında önyargılı, şiddetle eğimli, kaba Tony’nin Shirley’ den çok şey öğreneceğini düşünsek de izledikçe anlıyoruz ki Shirley’nin de Tony’den öğrenecek çok şeyi var.
Tony ilk şaşkınlığını plak ajansı tarafından kendisine uzatılan ve filme de ismini veren Yeşil Rehber’i gördüğünde yaşıyor. “Siyahi Motorcular İçin Gezme Rehberi” nde Don Shirley’nin konaklayabileceği oteller, kullanabileceği yollar ve yemek yiyebileceği mekanlar ayrıntılı bir şekilde yazıyor. Tony bu kadarına gerek olmadığını düşünse de yolculuğun devamında fark edecek ki çok daha fazlasına gerek var. New York çevresinde lüks otellerde konaklayıp bu otellerde saygın tutumlar gören Shirley’nin, Tony’nin konseri dinlemeyi değil de dışarda kalıp oradakilerle bahis oynamayı tercih etmesini “Onların içerde ya da dışarda olmak gibi bir seçenekleri yoktu. Senin vardı.” diyerek eleştirmesi filmin ilk mesajlarından… Filmde Shirley’nin eğitim hayatı ve geçmiş yaşamı üzerinde fazla durulmasa da bu replik onun içerde olmak için verdiği çabayı anlatmaya yetiyor. Yolculuk devam ettikçe seyirciye ikili arasındaki tek farkın ten renkleri olmadığı yaşam tarzları, müzik zevkleri, yemek tercihleri gibi birçok konuda da iki farklı kutupta durdukları hissettiriliyor. Dünyaca ünlü bir piyanist olan Shirley’i kendi halkı (!) gibi davranmadığı, onların dinlediği müzikleri dinlemediği, sevdiği yemekleri sevmediği için garipseyen Tony, Shirley’nin müziğini dinledikçe ona hayranlığı ve desteği artıyor ve Shirley hakkındaki tanısını şu sözlerle dile getiriyor: “Sanırım o bir dahi. Dikiz aynasından baktığımda aklının hep dolu olduğunu görebiliyorum. Ama o kadar zeki olmak hiç eğlenceli değil.” Shirley’nin ondan öğreneceği ilk şey de bu. Biraz rahatlamak ve eğlenmek. Her zaman diken üstünde durmasının en önemli sebebi ait olduğu yeri bilmemesi. Yaşam tarzının aynı olduğu insanların, müziğini bitirdiğinde çılgınlar gibi alkışlayan kalabalığın sahneden indiğinde gördükleri tek şeyin ten rengi olması… Amerika’nın güney kesimlerine indikçe ve Shirley’ e karşı olan tavır sertleşmeye başladığında bu bilinmezlik daha çok göze batıyor. Film, müziğini dinlemeye geldikleri piyanistle aynı restoranda yemek yemeğe, aynı tuvaleti kullanmaya tahammül edemeyen ve Shirley’e bu tahammülsüzlüğe boyun eğmesini söyleyen insanlarla doluyor. Onun tüm bu hakaretlere nasıl sessiz kalabildiğine şaşıran Tony, insanlara karşı gelip onu savunsa da kalıpları yıkmak hiçbirimizin zannettiği kadar kolay değil.
Filmin içerisine bolca serpiştirilen yemek sahneleri ve ikili arasındaki eğlenceli diyaloglar filmin dramını güzel dengeliyor. Yolculukta yaşadıkları olaylar filmin ikonik sahnelerini oluşturuyor. Sanatçı yönünü Tony’nin eşine yazdığı mektuplara yardım ederken de konuşturan Shirley, Tony’e düşünmeyi, hissetmeyi ve saygı göstermeyi öğretirken bir yandan kendisinin de öğrenmesi gereken şeyler var. Cesaret gibi… Bu noktada Tony’den filmin en çok konuşulan repliğini duyuyoruz. “Ben olsam beklemezdim. Dünya ilk adımı atmaktan korkan yalnız insanlarla dolu.”
Bir insanı anlamak, sevmek, tanımak -kendi adımıza- başlı başına bir sanat iken bir insanı yolda tanımak bunun en güzel şekli. Beraber yollar aştığımız, rutinlerin dışına çıktığımız insanlarla kurduğumuz bağlar biraz daha özel biraz daha güçlü olur. Çıkmanız gereken yollar, tanımanız gereken insanlar varsa beklemeyin. Çünkü bir insanı tanımak, dünyayı daha iyi anlamaktır.
