Şu dünyada, sevginin iyileştiremeyeceği bir kırgınlık yok. Kalplerimiz sevgiyi bizden daha çabuk hissediyor. Bizden daha çabuk, karşıdaki kişiye, etrafına çizdiği hudutları aştırıyor. İnsan sevdikçe, sevildiğini hissedince iyileşmeye başlıyor. Sonsuza dek sürecek sandığı acıları, sevginin ekildiği topraktan umuda filizleniyor.
Bu yaşıma kadar öğrendiğim tek bir şey varsa, o da insanın kendi seçimlerinden ibaret olduğudur. Ben iyi olmayı seçtim. İnanın, iyi olmak çok kolay. Bir kere, kendinle hesaplaşabilmenin ferahlığını taşıyorsun içinde. Ve bu seni diri tutuyor buz kesmiş zamanın hırçınlığına karşı.
Bence vicdanının sesine kulak verebilen bir insan, asla kötü olamaz. Okudum. Anladım. Belki de hayatımın her anında bunu yaşadım. Hissettim kalbimdeki merhameti, inandım iyiliğin gücüne. Hayatım boyunca kalbime sıralı liste halinde aldığım insanların çetelesini tuttum. Hepsinin ortak noktası iyilikti. İyilikse şartsız, koşulsuz; ayrıntılara takılmadan sevmekti benim için.
Unutamadıklarım, hep gerçek sevgiyi aşılayanlar oldu bana. Yılların, üzerine toz bile kondurmasına müsade etmediğim anıları, hep onlarla yaşadım. Ne zaman hafızam, bir şımarıklık yapıp onları unutturmaya çabalasa, ben, anılardan yakaladığım eşyalara tutundum. Kokuları zihnime kazıdım. Sesleri yudum yudum içtim. Unutmadım dokunduğum elleri,sarıldığım gövdeleri… iyiliğe tutundum.
Bir dizi repliğinde şöyle diyordu: “İnsanlar ölür, iyiler kaybeder,kötüler kazanır, aşklar biter. Değiştiremezsin. Değiştirmeyeceğin şeyleri hayatının merkezine koyma. Bu şekilde yaşayamazsın” kısmen katıldığım bir replikti kendileri. Evet haklıydı. İnsanlar ölürdü. Aşklar da bitebilirdi. Ama iyilerin kaybetmesi olanaksızdı. İyiler, belki şu fani dünyada, gözle görülür, elle tutulur şekilde kaybetmiş sanılabilirdi ama emin olun, onların en bitmiş, en tükenmiş halleri bile bir kazanmaydı. Şu dünyada, bir kere olsun vicdanını rahatlatan insan, tüm savaşlarda zaten galip gelmiştir. Veyahut barış anlaşmasının altına, şiirlerden bir imza atmıştır kendince. Ama kazanmış zannedilen kötüler, içerde bir yerlerde hep kendilerini tüketirler,yer bitirirler.
Ve ekliyordu: ” Değiştiremeyeceğin şeyleri hayatının merkezine koyma. Bu şekilde yaşayamazsın”. Evet, haklıydı. Çünkü insan değiştiremeyeceği şeyler karşısında bazen nefessiz kalabiliyordu. Bazı insanlar, bazı olaylar, bazı hisler değişmemeye yeminli gibiydi. Sanki sonsuza dek zamanı durdurup bir yerlere mıhlanmış gibi.
Siz ne kadar değiştirmek isteseniz de , yeni pencereler açmaya çalışsanız da o pencere elinizde kalabiliyor. Sonrasında manzaranın güzelliği de kursağınızda. Hayat, aslında her gün dört mevsim. Senin ilkbahar diye yaklaştığın, bir bakıyorsun sana kış oluvermiş. Sen ona pencere açtığında o sana fırtına ile geliyor. Ne zaman ki değişmez taşları yerinden oynatmaya kalkarsan işte o zaman üzerine yıkılıveriyor bütün duvarlar.
Bu yüzdendir ki bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmek zorundayız. Çünkü bazen öyle zamanlar oluyor ki, verdiğimiz değerin altında can cekişerek buluyoruz kendimizi. ” Ben, o kadar mücadele verdim. Anlaşıldığımı hissediyordum. Ama kocaman bir hiçmiş, her şey” diyerek kendimizi yanılmış hissediyoruz. Oysa bilmiyoruz ki ‘geçtim’ sandığımız, kaç tane varış çizgisinin gerisinde kalmışız. ‘Çözdüm’ sandığımız kör düğümler nasıl da elimizde toplanmış.
Kabul edebildiğimiz kadarıyla sevmeliyiz. Ve kimseyi vazgeçilmez zannetmemeliyiz. İki taraf birbirinden vazgeçmese bile hayat, eninde sonunda vazgeçiriyor. Öyle ya da böyle. Alışmak, insanın bünyesine yerleşmiş. Tutunmuş oraya hiç ayrılmamak üzere. Varlığa alışan bünye, yokluğa da elbet alışıyor.
İnsanlar hata yapabilir, hatalar pişmanlık doğurur. Elbet bir yerlerde affedilir. Ama sakın, kendinizden verdiğiniz ödün karşılığında bu hataları kıyaslamayın. Eğer kıyasa kalkarsanız, eksik hissedersiniz. Sonrasında bu eksiklik sizi bir dehlize alır. Girdap oluşur ve sürekli batarsınız en dibe.
Bunun yerine onun değişmezlik sınırlarına kadar değer verin. Kimseyi içinizdeki buzdan krallıklara varis yapmayın. Sonra o buzlar kırılır. Ve yine kesilen, yara alan siz olursunuz. Temkinli olun, beklentilerinizi yüksek tutmayın.” İnsandır, yapar” deyip geçin. İyiliğe sarılın, sevgiye sarılın. Korkudan titrerken, tuttuğunuz bir ele veyahut yorgun gecelerde başınızı yasladığınız bir omza sarılın. Güvenebildiğinize sonuna kadar güvenin.
Bazen insan, ayrıntılara takılıp bütünü görmekte zorlanıyor. İşte böyle zamanlarda, derin bir nefes alıp, içimize şöyle fısıldamalıyız. “Hiçkimse sonrasında pişman olacağı hataları bile isteye yapmaz. Aramızdaki kopmaz bağların güçlenmesine sebep olsun, bu kendi içimde biriktirdiğim hüzün” Ve unutmayın ki sizi çocukluğunuza döndürebilen. Yanında olduğunuzda yedi yaşındaki kadar huzurlu hissettiğiniz her insan sizin hazinenizdir. Kolay kolay bırakmayın onları. Tutun kolundan ve inanın sevginin gücüne. Çünkü kimse, kimsenin yerini tutamıyor şu hayatta. Bir yanımız eksik olacağına, bir yanımız, küçük hataları görmezden gelip yoluna devam eden mutlu bir insan olsun.