Başlayan her şey bitmekle kâimdi. Peki ya başlayamadıklarım ya da başladığımda bitiremediklerim, onlar ne olacak, onların yeri neresi? İşte bir gece ansızın bu sorularla uyandım. Üstüm açılmıştı, soğuktan tir tir titriyordum, yarı açık gözlerimle terliklerimi bulmaya çalıştım. Nihayet ayaklarıma geçirdiğimde aniden doğruldum ve ayağa kalktım. Ne kadar üşüdüğümü bilsem de, benden ziyade, kalbimi üşüten şeylerin farkındaydım ve bunun verdiği hasar vücut titremesinden veya sonrasında olacak soğuk algınlığından daha büyük olacaktı. Korkak adımlarla çatı katına doğru çıkıyordum, ayaklarım ne kadar geri geri gitse de, kendimle yüzleşmenin ne denli zor olduğunu bilsem de, merdivenin tahta parmaklıklarından destek alarak nihayet yukarı çıktım. Ne zaman bir şeyler düşünecek olsam, ne zaman bir şeylere karar verecek olsam, burası bana iyi geliyordu. İşte şimdi başlayamadıklarım, bitiremediklerim, belki de başladım sandıklarımın tam ortasındaydım. Hafiften pencereyi açmamla odanın kapısı hızla çarptı, sanki içeride birisi beni azarlar gibiydi ya da bütün bu yarım kalmışlıklara bir ket vurur gibi. Gökyüzüne baktım, tedirgin bakışlarla. Hafiften yıldızları süzdüm, bir yıldıza odaklandım, arkamda bıraktığım çoğu şeyi unuttum, belli bir süre öylece bakakaldım. Sonra bir bir çözüldüm. Neredeydim, ne yapıyordum, kimlerlerleydim, gerçekten olmak istediğim ben miydim, yoksa olmaktan korktuğum mu ? Hayatta bazı şeyler vardır ya hani, doğru ve yanlış kadar kesin ve zıt sınırları olan ya da iyi ve kötü gibi farklı kulvarlarda koşan. İşte bu düşündüklerim, bu kafamda bozuk saat gibi çalan fikirler. Söz ettiğim zıtlıklardan çok farklıydı. Bana, soğuk bir gecenin ortasında, hayatı sorgulama cesareti verecek kadar önemliydi. Seçtiklerim veyahut seçmek üzere olduklarım, beni hep ortada bırakıyorlardı. mesela hislerim, ansızın soruyordum kendime “acaba açık edersem kırılan, yıpranan taraf o mu olur ben mi korkusu. Ya da bir insana koşulsuz şartsız saf sevgi ile bağlanma isteği, ilerde karşıma zamanın asılsız pişmanlıklarını mı çıkaracaktı? Kararlarım çoğu zaman sessiz ve İçimde fırtınalar koparan taze telâşlarımdı. ‘Sevmek ya da sevmemek işte bütün mesele bu’ derler ya. Hayır, hiçbir şey bu kadar basit değildi. Gördüklerim, duyduklarım hatta hissettiklerim, çok farklı şeylerdi. Evren bana bunu anlatıyordu. İşte bütün bu yol ayrımları burada başlıyordu, toplumun kabul ettiği dayatma kurallar, insanı bir lokmada yutabiliyordu. Kimisini de yuttum zannedip hayatı boyunca bir handikabın içinde sürüklüyordu. Rüzgar ne yöne eserse o hesap. “Kararsızdım, ama neden?” insanın, kendisine çoğu zaman sorması gereken asıl soru buydu. Başkaları ne der putlarımı yıkmadığım müddetçe, kendi hayatımı bir alter kişilik olarak yaşayacaktım.
Önemli olan ‘ben ne istiyorumdu.’ toplum beni yerle bir edebilirdi ama kendim, altını çiziyorum, sadece kendim için bir şeylere karar veriyorsam , takılı kaldığım boşlukları yok etmem gerekiyordu. Aklımla kalbim arasında kaldıysam, mantığım mı yoksa vicdanım mı daha yakın geliyordu? Buna karar vermem lazımdı. Ama ben kendime bunu anlatamıyordum, çünkü biliyordum ne zaman kararsız kalsam, ne zaman seçemesem, hangi yöne doğru gideceğimi bilemesem , işte o zaman kalbimi tüm gücüyle sıkıp durduracak bir ben çıkıyordum, aynadaki yansımamda. Kalbimi kat kat yorganlara sarıp sarmalamıştım. Toplumun o güçlü sesinde kalbime sessizlik telkinleri verirken bulmuştum kendimi. İnsanların acımasızca dayattığı çoğu şey, kafamda bir ikilem olup kalmıştı, sanki ben de yol ortasında, kimsesiz ve nereye gideceğimi bilemeyen bir şekilde, Duraksamıştım. Derin bir nefes aldım ve içimden kendime söz vermeye başladım, “aklın mı,kalbin mi? Vicdanın mı mantığın mı? Söz ver Kendine, bundan sonra herkesin doğru dediği senin doğrun olmayacak ve sen kendin olarak seçebildiklerinle varsın.” Ne tarafa gideceğini bilememek kadar kötü bir şey yoktu. İnsan bilmediği yerlerde kayboluyordu. En acısı da bulduğunu zannedip kaybetmeleriydi. Eğer sen tek, onlar hepsi ise, senin seçimlerin önemliydi ama sana karşı tek bir kişi varsa o zaman sadece sen önemli değildin. İşte benim de çıkmazım burasıydı, kaldım, iki ara bir derelik, o meşhur sözün tam ortasında. Ne zaman kendime kulak verecek olsam, kendimi bencillikle suçlayıp susturdum, çünkü bu sefer teke tektim ve konuşmak beni korkutuyordu. Bense kafamda bin bir soru işaretiyle kalakaldım. Ne gariptir ki bazen yıldızlar bile çare olamıyordu bu git gel hallerime.