Masal kıvamında gözlerini açtığı hayatta şekerden evlerde yaşadı. Herkesin kabarık etekli pembe elbiselerle süzüle süzüle yürüdüğü bir bale salonuydu burası. Güzel olan herkes bir o kadar da iyi kalpliydi. Gözüne çirkin görünen herkes kötülüğü içine hapsetmiş demekti. O, aldığı her nefesi bir kulenin penceresinden bakarken alıyor, verdiği nefes karşılığı camdan tabut içinde mışıl mışıl uyuyordu. Beklediği mutluluk ona yabacı bir çift elle gelecek sanıyordu. Bazen ormanın içinde olmanın, bazen kulenin birinde hapis kalmanın, bazen de cam fanusta uyuyor olmanın özgürlük olduğundan emindi. Dokunduğundan ötesi yoktu, aklına rüzgarların fısıldadığı mistik hikayelerin gerçek olduğunu düşünüyordu.
Artık kollarını başının arkasında kavuşturabilecek kadar uzamıştı boyu. Parmaklarıyla ayaklarının ucuna dokunabiliyor, sırtını yalnız başına kaşıyabiliyordu. Her gün aynı şekilde güne başlıyor, öğleye kadar kahvaltı ve ardından güzellik uykusuna yatıyordu. Felaketin gelmesi, evlerinin duvarlarıyla beraber hayallerinin de yıkılmasıyla başladı. Artık büyümüştü tamamen.
Masallarda eksik olmayan devler, kapısını çalmayı ihmal etmedi elbette. Banka sıralarında piyangonun vurmasını bekler gibi bir elindeki fişe, bir ekrana bakıp heyecanla bekliyordu. Büyümüştü ve cam tabutun içinde tamamen hareketsiz yatıyordu. Hayatta her şey su faturası ödemek içindi, yeni yeni öğreniyordu. Kurduğu cümleler, aşık olduğu kadınlar, geçmişe gömülüyordu sürekli. İstemeden bir çarka tutunmuş, dönüp duruyordu. Kaynar kazana atılarak uyandırıldığını düşünecekti eğer bir zamanlar masalın içinde olduğunu hatırlasaydı.