size bu satırları yazarken, cümlenin sonunu getirip getiremeyeceğimi tartıyorum kafamda. belki satır başına gelemeden atacağım kendimi boşluğa, sallanacak bedenim sonsuzluğa yahut saatte 2880 kilometre hızla gelen küçücük bir mermi dağıtacak beynimi.
bir dakika sonramız bile belli değilken, gelip gelmeyeceğine emin olmadığımız geleceğin endişesine takılıp bugünümüzü heba ediyoruz. ölümün ne kadar yakın olduğunu bilmeden bir yol çiziyoruz kendimize. uçurumlar ekliyoruz, denizlerin dalgaları bizi aşıyor bazen gri bariyerleri oluyor, kuyularımız çok karanlık oluyor ve kimimizin de güneşi hiç batmıyor.
endişeye takılınca yolumuzda yürümek yerine sürünüyoruz.
biz insanız. karşımızda elinde silahla bekleyen takım elbiseli abiler olsa bile gülmemiz gereken ne varsa gülmeli, ağlamamız gereken ne varsa şimdi olmaz, insanlar var* diyerek ertelememeliyiz kendimizi. sokağın ortasında bağırmalı, sarhoş olmalı, ayılmalı ve bayılmalı, gerekirse sağ çıkamayacağımıza emin olduğumuz o kavgaya da girmeli, dayak yemeliyiz. atmamız gereken bir mesaj için saatlerce beklememeli, parmaklarımızı klavyeyle buluşturmalıyız. kilometreleri aşmalıyız, sarılmamız gereken kim varsa sarılmalıyız. çünkü biz sarılın herhangi bir şeye* diyerek çıkmıştık bu yola emin adımlarla. yolu ertelememeliyiz. ayaklarımız var ve yürümeliyiz.
günlerce, aylarca hatta yıllarca düşünüp durduğumuz gelecek, hiç gelmeyebilir ve biz beyhude bir yaşam sürmüş olabiliriz.
hep beraber koşalım mı?