Bir kaşık suda bir kıymık parçası, birbiriyle alakası olmayan ne varsa birbiriyle alakalı aslında.
Dişliye takılan paçaları ve pedaldan kayan ayakları hayata sağlam adımlarla yürüyemeyişini hatırlattı giderken. Üzerinde gri hırkası, rüzgâr iki yanından kanatlandırıyor hırkayı. Ona martılarla bir olmadığını söylemişlerdi. Hayatın uçarı neşesi hiç onu bulmadı; hatırladı giderken. Omuzlarında tedirginlik ve karmaşa ağırlık yapıyor yahut toprak ellerinden çekiyor. Sırtı hayli kambur. Yokuş yolda düşmek, bir kaşık suya düşmekten farksız. Nefes almak solungaçsız ve dik duramayan herkes için çok acı verici.
Parmağını deklanşörün üzerinden çeker gibi çekiliyordu hayatın üzerinden.
Fotoğraf, bakana birkaç saniye bir şeyler hatırlatacak ama hemen ardından başka sayfaları çevirecek aklında hiç iz bırakmamış gibi bir daha dönüp bakmayacak. Kıymık parçasını boğan bir kaşık sudan denizler ve okyanuslar. Parçalara bölünen ve parçaları boğan, bir kelimeyi tekrar eder gibi suya çark ettiğimiz boğulma içgüdüsü. Arada bir denizi karıştıran metal kaşık sesleri ve yeni asfalt kokusuna takas ettiğimiz neşe dolu hatıralarımız şimdi sadece yenilgi.
Kimse gittiğini bilmeyecek, ardından bakanlar yalnızca keyfini görecekti. Sırtı toprağa yaslı büsbütün ve gözlerinde masmavi gök…martılar. Denizin sesi kulaklarında, bir de iz bırakmadan asfalt yolda giden arabalar. Avuçlarında sıkı sıkıya tuttuğu çimenler. Çimeni koparan ellerden ve elleri bırakanlardan sebep.