Başından geçenleri kimse anlamamış, son çare konuştuğu duvarlar da her kelimeye sessiz kalmış. O, hikayesini etrafında toplanan kalabalık betona anlatırken bu cümleleri kurmuş;
Biz o sırada, bozuk kaldırımlar üzerinde yürürken yağmurdan kaçıyorduk, gök gürültüsünden, güneşten ve yaban otlarından. Toprağın içine çektiği gürültüyü göğsümde saklayıp, içimdeki binlerce desibellik patlamayı fünyeyle yok etmek istedim, vaktim buna yetmedi. Parçalarını göremeyeceğiniz kadar çoğalan bedenimi ağaç dallarında yeşeren elma çiçeklerinde buldunuz bazılarınız. Aklınıza getirmek istemediğiniz ihtimaller, umudunuz ve gün ile aydınlanan yarın, o dallarda çiçek açtı.
Bazılarınız ve ben bu hikayeyi hiç duymadık. Kaldırım taşlarının arasında yeşeren kasımpatılar için hikaye öyle değildi. Başından geçenleri en iyi O anlamış, her şeyini O’na anlatmış ve dünya sıradan bir günde şarkılar eşliğinde dönmeye başlamış. Günler devam ettikçe eski ve artık iflah olmayan bu şehirden omuzlarında mutlulukla çıkıp gitmişler…
Gidilecek her yer bu dünyanın içinde. Bazılarımız ve ben, dünyadan başka bir yere kaçmak istiyoruz. Gitmek değil, kaçmak! İşleri yoluna koymadan, çocukların okulu bitmeden, kredinin son taksitini de ödemeden ve bu rutubet kokan apartman dairesinin girişinde her bahar yaprakları yeşile dönüp dallarında çiçekler bile açamadan solup kuruyan elma ağacının bu sene de yeşermesini beklemeden…kaçmak!