hayat kadını, merhaba.
bak, bu sana, asla tanıyamadığım ve asla tanıyamayacağım, sana. uzun bir aradan sonra ilk defa aldım kalemi elime senin için. bu defa düşmedi ama mürekkep dağılacak gibi. son zamanlarda yokluğun çok hissediliyor. -ki senin yokluğun hep hissediliyor.- hayat kadını, kabullenemiyorum. sanki böyle bir ölüme sığmamışsın gibi, o ölüm seni kaldıramamış gibi. oğlun, hâlâ sen varmışcasına ayakta. omuzları hafif çökmüş, sen gittikten sonra.
belli etmiyor ama yanan bir şey var, sol yanında. diğer oğlun, aklına her gelişinde gözleri buğulanıyor. omuzları henüz çökmemiş. ama eksik bir yanı, bir yanı sensiz. kızın…kızının gözleri dolu biraz, biraz çok dolu. hatırlamıyorum, diyor, bilmiyorum. bilmiyormuş yani, hatırlamıyormuş. söylerken, sesi titriyor. hayat kadını, ardında bıraktığın üç kırık dal güçlenmiş. biri öyle bir güçlenmiş ki, ağaç olmuş, yeşermiş. koca bir çınar olmuş. ben onun ardına, gölgesine sığınan biri olarak söylüyorum, adın geçtiğinde kökleri sökülecek gibi oluyor. ben koca çınarın kızıyım. biraz kin, biraz nefret dolu. neyse hayat kadını, yıllar geçmiş aradan. gelelim asıl konuya, sevdiğin adama….senden sonra kimseyi istememiş hayatında, hâlâ istemiyor da. sevemezmiş sen gibi ve sevilemezmiş, yine senin gibi. görüyorum ama, kalbi sızlıyor.
bak, bu ilk damlaydı
geçen paraya sıkıştım, sevdiğin adama koştum. ihtiyacım olduğunu söyledim. çıkardı kabarık cüzdanını ceketinin iç cebinden. cüzdanın sağ cep tarafından fotoğrafın süzüldü ayak ucuma, fotoğrafınla beraber sağ gözümden bir damla, yanağımdan aşağıya. neyse. -burada yutkundum.- hayat kadını, fotoğrafının bulunduğu cüzdanı sevdiğin ceketinin hep sol iç cebinde taşırdı. yıllardır merak eder dururdum, öğrendim. fotoğrafın kalbine denkmiş. eğildim, aldım elime küçük fotoğrafını, inceledim kısa bir süre. kazındı aklıma yüzün, hüzün gibi. çok güzelsin. bak, ben bunu dile getirdim. adam, gülümsedi. kafası sallandı belli belirsiz, yüzünde telaşsız bir tebessüm.
adın geçti,
mürekkep dağıldı,
biz gibi.