Anton Pavloviç Çehov’un Martı’sında, Boris Alekseyeviç Trigorin “İnsan on sekiz, on dokuz yaşlarında nasıl hisseder kendini unutmuşum.” der. Bu on kelime karakterin ruhuma dokunabildiği tek yer. Korkuttu çünkü bu düşünce beni, henüz “On dokuzum.” diyebiliyorken ve yirmimi yaşıyorken bu zamanlarda hissettiklerimi unutma korkusu kapladı bedenimi. Bu yüzden kağıtla buluşuyor bu cümleler. Unutmamak ve unutturmamak için kendime kendimi.
Bir sistem çarkından kurtulmaya çalışmakla geçti yıllarım, istesem de unutamam sanırım ama dersimi aldım. Önemli olan da bu değil mi? “Hiçbir zaman bu durumdan yakınmadım.” dersem yalan olur; böyle geçen yıllardan sonra daha çok yaşamam, kendi hayatımı kurmam gerektiğini anladım. Eskiden ölümden korkmazdım. Hatta yatkındım bu fikre. Kurtuluş olduğunu ve beni huzura kavuşturacağını sanardım. Ne kadar aptalmışım! Başkalarının hayatlarında kendim olamayacağımın ve herkesin beni sevmesini sağlayamayacağımın çok geç farkına vardım. Yine de karartmadım umutlarımı, yüzümü çevirmedim mutluluğa. Başkaları için mutluluk neyse benim için de o olmadığını kendime haykırdım. Şu saatten sonra başkalarının kahkahaları için ben ağlamayacağım. Benimle gülmek isteyenlerle mutlu olacağım. Bu yaşlarımın tadını çıkaracağım ve benliğimi şekillendiren hislerimi asla unutmamak için yazacağım.
Yazamadığım günler için üzülmem gerekir mi peki? Hiç sanmıyorum. Her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyorum ve yaptığım – hatta bazı zamanlar yapmadığım- şeyler için asla pişmanlık duymuyorum. Her geçen gün -istemesem de- büyüyorum. Dizlerimin yaralı olmadığını söyleyemem ama artık onları kendim sarabiliyorum. Düşmeden büyünmüyormuş, öğreniyorum. Biraz unutmamak biraz da hatırlamak için yazıyorum. Yazdıkça hatırlıyorum. Artık yazdıkça, hatırladıkça, daha çok ben olmak için yaşadıkça unutmayacağımı biliyorum. Sen de bil. Kaç yaşında olursan ol, hisset. Asla unutma ve hep hatırla.
Eses.
Kırmızı defterimden bir gün.