fbpx

Geceyim

Gecenin Karanlıktaki Dinginliğine Ant Olsun

 

Gecenin karanlıktaki dinginliğine ant olsun ki*,

Mavinin bir tonundan ayırt edemediğim gözlerini sessizliğime armağan etmekte, haykırmakta seni,

okumakta tüm şiirleri, susmakta yüzüme tüm yalnızlığı.

Suskun, kimsesiz, yalnız ve mağrur ümitlerim, kayıp suretim ve aşk, niceleri, saymadıklarım…

Hani şu elimden kaçan balonum, yere düşen pamuk şekerim, kırılan oyuncağım, eskimiş anne kazağı,

bir de şey: gece

Ama zifiri karanlık, sönük yıldızlardan yoksun biçimde, öylece karşımda raksa tutulmuş gece.

Hepsi ümitlerimin bir çocuğuydu ve hepsine aşıktım, bağnaz biçimde ve bir Yahudi zalimliğinde…

Lakin yitirdim bir poker masasında servet misali, şeşbeş gelen bir zarda, hem de bir seferde, tüm șansımla.

Kıraç topraklardan topladım umutları, zemheri kapımda kedi misali pineklerken, temmuz içimde sıcağı ile meşke koyulmuşken.

Eski Aramice kitaplarda okudum kendimi, Felemenkçe bir metnin son noktasında rastladım sinemaskop yalnızlığıma ve ağlayarak okuduğum şiirlerin şairini kendim olduğunu fark ettim.

Annemin sıcak göğsüne sığındım şiir üflerken samandan kağıtlara ve annemin çilekeş tarafını nokta bildim cümlelerimin sonunda

Sonra annesi olmayan birini düşündüm, çocuğu, babası olmayanı da tabi, sevgilisi, eşi, işi, parası…

En çok da hayalleri olmayan birine bir kadeh daha fazla içtim.

Bir küfür fazla savurdum yüreğimi değil de yüreğimdeki hayalleri çalana,

Bir değil iki kere âşık oldum Habîbe, bir değil bin kez geçtim şu sırat köprüsünden,

Bir, iki, üç, dört derken yaşım oldu yirmi iki ve bir kez değil ahir ömürde insan birden fazla ölüyor…

Sonra yara yeniden örüldü dilimize, sonra yeniden aşık oldum yaz yüzlü kızlara, sonra yeniden gece oldu, demlendim sessizliğin sedasında, unuttum sevmeyi, türküler bitti, o kitap artık rafa kalktı, o son söz söylendi, kalp kırıldı bir kere.

 

Gecenin karanlıktaki dinginliğine ant olsun ki, tutuldum ayın on dördüne; çirkef ve berduş başımla.

Üstümde afili bir ceket var ki, örter sandım uykulu yalnızlığımı, saçlarımı değil de sana olan duygularımı taradım, peygamber kokuları çalındım gerdanlığıma, mücahit sakallarımı kestim sırf dolunaya olan aşkımdan.

En saf halimle, çocukça, masumca kıskandım yıldızları sırf dolunaya yakınlar diye, şarap mahzenlerine sığındım, Kabbani ruhuna soyundum, gelmedi aklıma kumdan bir kale yapmak, gelmedi Arakan’da bir gecenin sabahı, gelmedi güneşin hüküm sürdüğü bir sabah ve gelmedi bir şarkının sonu.

Şiir yazmaya niyet ettim bilmediğim kelimelerle, şarkı söyledim ama sessiz, içimden, dans ettim kimse görmeden, erik çaldım ağaçlardan, Bir de şey borç aldım hayattan: yaşamak adına.

Bana kalırsa ‘utanç’ bu çağda ortaya çıkan bir hissiyat

Bana kalırsa tüm insanlar yalnız, tanrı da buna dahil ve bana kalırsa kadınlar öldürülmeden de sevilebilir.

Bana kalırsa bu dünya yeşerir, çiçek açar meyve verir, tanrı utanır ve bana kalırsa her şey: sevilen seveni üzmez.

Keşke bana kalsa her şey

Sırf iyi yüzleri ile değil, kötü kalpleri ile razıyım bana kalanlara.

Sonra yeniden ezberledim yaraları, yarınları, geceden, dünden arta kalan acıları, abaküs ile saymaya kalktım mesela: dudaklarıma gebe kalmış tütünün sayısını , ölümün vadesini, geleceğin günü…

 

Gecenin karanlıktaki dinginliğine ant olsun ki, sarı benizli hatıraları siliyorum zihnimden.

Köhnemiş rüyalara mahkum olmuş veyahut barbarlar tarafından soyulan o hayallerimi, sırf kadın teni arayan tenimi ikna etmek için.

Siliyorum hatıraları, hem de kokulu silgim, inatçı ruhum ve bir daha kazanamayacağımı bildiğim hatıralar ile…

Şimdi çevremi saran kırkbatıran çiçekleri pek bir manasız, pek bi lüzumsuz dilimizdeki o söz, mert değil namert gelecek çağın duyguları ve bu günün insanı namümkün olan her şeyde ısrarcı.

Öğretmedi babam bir kalbin içinde kadın nasıl taşınır, öğretmedi ağladığım gecelerde göz yaşlarımı nasıl sileceğimi ve babam öğretmedi bana dünyanın zalimliğini.

Şimdi yüreğimin gemileri ilelebet kalacağı limandan ziyade bir pansiyonluk rıhtımları tercih edişi yıkılışımın heykeli demek son nutkum…

Sonuna geldiğimiz filmi başa sarıp sarıp izlemek, o son vapuru kaçırmak, martıların Üsküdar’da olmayışı, ayazında öldüğümüz Balkan harbi ya da şey mesela şu bir türlü çıkamadığımız dünya turu…

Bunların hepsi son nutkumuz.

 

Gecenin karanlıktaki dinginliğine ant olsun ki,

Kerahet vaktinin iki bilinmeyenli denkleminde bir hikaye üflüyor ruhumun derinliklerine, ezberliyorum günahlarımı, yeniden sayıyorum işlediğim cinayetleri…

Bakın ben bir çok hamaratımın yanında narsist bir tüccar, şaibeli bir servet baronuyumdur.

İblis ile kara para aklar, ruhsuz şeytanlar ile iş tutarım.

Bir çoğu devlet arşivlerinde yazmaz ama, kayıt altındadır Tanrının defterinde.

Kötü kalpli insanları pek bir sever, yolsuz bezirganlar ile iyi anlaştığım doğrudur.

Son senedi yırtıp atar, vadesi gelmiş bonoları yakarım, parayı insandan çok sevdiğim basıldı gazetelerde.

Sırf bu kötü amelleri çok iyi ezberledim. Aksini yapıp ahmakça cennete erken rezervasyon alacağımı düşündüğüm için.

Bu çağın fiyakalı fantazmalarını saymak pek haddime değil ama bildiğim bir iki şey var ki demeden geçmem.

Bir; posta pulları ile duvarı kaplamak ve kanvasa dadanmak

İki; enstrümantal hayatı tercih edip şu üflemeli enstrümanları kullanmak.

İşte tüm bu saydıklarım tütsü kokan bir çeşit şehvet, dede evinde yadigar dediğimiz bir nefret ve en önemlisi cemali olmadan taşımak zorunda olduğumuz iffet…

 

Gecenin karanlıktaki dinginliğine ant olsun ki, bu çağının gökkuşağını yazdırdı yine.

Ant olsun gelmeyen sabahın namertliğine, ant olsun çekip giden kadınlara, yüz üstü bırakılan yetimlere.

Ant olsun ki yazacağım bildiğim gerçekleri.

Belki delilim yok ispatlamak için ama bir gün açıp okunursa şiirlerim en büyük delilin sahibi ben olacağım.

 

*Duhâ’2

 


Toplam Ziyaret Sayısı: 1080

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
%d blogcu bunu beğendi: